FETÖ terör örgütü ile irtibatı/iltisakı olduğu gerekçesi ile meslekten ihraç edilen bir hakimin idari işlemin iptali talebiyle açtığı dava Danıştay tarafından reddedilmiştir. Hakim, Danıştay kararına karşı masumiyet karinesi, özel hayata saygı hakkı ve makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğinden bahisle bireysel başvuruda bulunmuştur. Bireysel başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Anayasa’nın 15. maddesiyle birlikte değerlendirildiğinde Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Anayasa Mahkemesi karar gerekçesinde;
“… 136. Kişilerin kendilerinin ve ailelerinin geleceğini ve itibarını etkileyen mesleki hayata yönelik tedbirlerin keyfî olmaması, bu kapsamda doğan uyuşmazlıkların özel hayata saygı hakkının gereklilikleri bağlamında çözümlenmesi olağanüstü yönetim usullerinin benimsendiği dönemlerde de geçerli olan temel güvencelerdir (Ayla Demir İşat, § 150). Bu bağlamda Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca OHAL yönetim rejiminin uygulandığı dönemde başvurucunun özel hayata saygı hakkına müdahale oluşturan tedbirin meşru olup olmadığı hususunda yapılacak nihai inceleme, bu tedbirin durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının belirlenmesine ilişkin olacaktır.
137. 15 Temmuz darbe teşebbüsünün ardından ilan edilen OHAL sürecinde kamu görevinden çıkarmaya ilişkin genel ve soyut normlar yürürlüğe konulmuş, yargı mensupları da dâhil olmak üzere birçok kamu görevlisi hakkında doğrudan etki doğurucu nitelikte işlemler gerçekleştirilmiştir (bkz. §§ 11, 42, 43; ayrıca bkz. Aydın Yavuz ve diğerleri, §§ 56-61). Başvurucunun hâkimlik ve savcılık mesleğinden çıkarılmasına ve kamu görevinden yasaklanmasına ilişkin olarak alınan tedbirin ve bu kapsamda yargı mercilerince ulaşılan sonucun durumun gerektirdiği ölçüde olduğunun söylenebilmesi için öncelikle keyfîlik içermemesi gerekir. Diğer taraftan söz konusu tedbirin ölçülü olup olmadığı değerlendirilirken ülkemizde OHAL ilanına sebebiyet veren durumun özellikleri ve OHAL ilanı sonrasında ortaya çıkan koşullar dikkate alınmalıdır (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 349; Ayla Demir İşat, § 152).
138. Anayasa Mahkemesince vurgulandığı üzere 15 Temmuz darbe teşebbüsü sadece demokratik anayasal düzen yönünden değil bununla sıkı bağı olan bireylerin temel hak ve özgürlükleri ve millî güvenlik yönünden de mevcut ve ağır bir tehdit oluşturmuş, ülke tarihinde ulusun yaşamını hatta varlığını hedef alan millî güvenliğe yönelik en ağır saldırılardan biri olmuştur (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 215).
139. Terör faaliyetleri, tüm dünyada demokratik topluma ve bireylerin şiddetten ari bir ortamda yaşamını sürdürmesine yönelik en ciddi tehditlerin başında gelmektedir. Terör örgütleri çoğunlukla belli bir ülkenin coğrafi hudutlarıyla sınırlı olarak faaliyet göstermemekte, uluslararası mahiyeti bulunan bir küresel güvenlik sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kendine özgü yapısı ve gizlilik esasına dayanan çalışma yöntemi, sivil organizasyonları örgütsel amaçlarına ulaşabilmek amacıyla kullanmadaki maharetiyle FETÖ/PDY, yetkili makamlarca 15 Temmuz darbe teşebbüsünün faili olarak tespit edilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri başta olmak üzere emniyet, yargı, eğitim ve din alanında faaliyet gösteren ülkedeki tüm kamu kurum ve kuruluşlarında, siyasi partiler, sendikalar, vakıf ve dernekler ile ticari kuruluşlar gibi sivil organizasyonlarda örgütlenen FETÖ/PDY, faaliyetleri dünyanın her yanına yayılmış en organize ve tehlikeli terör örgütlerinden biri olarak kabul edilmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 217; Bestami Eroğlu [GK], B. No: 2018/23077, 17/9/2020, § 148). Yargı kararlarında FETÖ/PDY’nin gizlilik, hücre tipi örgütlenme, kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyetle hareket etme gibi özelliklerinin bulunması nedeniyle çözümlenmesi zor ve karmaşık bir yapıda olduğu, büyük gizlilik içinde istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme yöntemleri ile uygulamaları ve kaynağı bilinmeyen paralar kullanarak böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalıştığı konusunda tespitlerde bulunulmuştur (bkz. §§ 8, 50, 52). Ayrıca Anayasa Mahkemesi daha az önem taşıyan bir ünvan veya pozisyon için alınan tedbirlerin niçin gerekli olduğunun ortaya konulması yönündeki ölçütün FETÖ/PDY’nin örgüt içi hiyerarşik yapısının taşıdığı söz konusu özellikler dikkate alınarak mutlak olarak uygulanamayacağını ifade etmiştir (C.A. (3), § 133).
140. Darbe teşebbüsü, egemenliğin kaynağı olmayan ve milletin egemenliği kullanmak üzere yetkilendirdiği organlar arasında bulunmayan bir grubun demokratik anayasal düzeni zorla ortadan kaldırmaya veya değiştirmeye kalkışmasıdır. Darbe teşebbüsünün başarılı olması hâlinde egemenlik illegal bir grup tarafından milletten alınarak ele geçirilmektedir (Aydın Yavuz ve diğerleri, § 220). Böylesine kabul edilemez ağır sonuçlar içeren darbe teşebbüsünün faili olduğu tespit edilen FETÖ/PDY’nin atipik yapısı, söz konusu yasa dışı yapılanmanın çözümlenmesini de güç kılmıştır. Devletin üç temel sacayağından biri olan yargı erki içinde görev yapan yargı mensupları arasında FETÖ/PDY yapılanmasıyla irtibatlı ya da iltisaklı olan kişilerin bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve bu kapsamda olduğu saptanan yargı mensuplarının meslekten çıkarılması ve kamu görevinden yasaklanması OHAL’e neden olan somut tehlikenin bertaraf edilmesi amacı doğrultusunda elverişli ve gerekli bir tedbir olarak nitelendirilmeye uygundur.
141. Nitekim Anayasa Mahkemesince darbe teşebbüsünden kısa süre sonra verilen kararda; Türkiye Cumhuriyeti’nin millî güvenliğini tehlikeye sokan ve Anayasa’nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devletini hedef alan bir darbe teşebbüsüyle karşı karşıya kalması nedeniyle söz konusu teşebbüsün arkasındaki terör örgütleriyle bağlantılı olduğu ve millî güvenliğe tehdit oluşturduğu değerlendirilen kamu görevlileri hakkında devlet tarafından bazı ilave ve olağan dışı tedbirlerin alınması, kamu hizmetinin yürütülmesi konusunda reform çalışmaları yapılması, bu bağlamda birtakım düzenlemelerin hayata geçirilmesi haklı gerekçelere dayanan gelişmeler olarak nitelendirilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016, §§ 77-81).
142. Anayasa’nın 129. maddesinin birinci fıkrasında, kamu görevlilerinin Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunma yükümlülükleri olduğu belirtilmiştir. Anılan hüküm uyarınca devletin kamu görevlilerinden özel bir güven ve sadakat bağlılığı ile kamu görevini yerine getirmelerini talep etme yetkisi bulunmaktadır. Bu husus devletin faaliyetlerine güven duyulmasının bir gereğidir. Bu kapsamda Anayasa Mahkemesi kanun koyucunun anılan hususlar çerçevesinde anayasal düzene sadakat göstermeyen kamu görevlileriyle ilgili birtakım tedbirler alma konusunda takdir yetkisi olduğunu belirtmiştir (AYM, E.2018/81, K.2021/45, 24/6/2021, § 74). Sadakatten duyulan şüphenin kamu görevlisinden kaynaklanan bir sebebe dayanması, bu sebebin de ciddi, önemli ve somut nitelikte objektif olay ve vakıalar ile desteklenmesi gerekmektedir. Ancak kamu görevlisinin sadakatinden duyulan şüphenin ağırlığı, ciddiyeti ve delillendirilmesi ifa edilen görevin önemi ve niteliği gözönünde bulundurulmak suretiyle değerlendirmeli, ayrıca keyfî uygulamaları önlemek adına tarafların menfaatlerini de dengeleyecek şekilde yeterli gerekçeyle açıklanmalıdır.
143. Özellikle ayrıcalıklı kamusal yetkilerle donatılan kamu görevlilerinin sahip oldukları yetkilerin kamu düzeni ve güvenliği bağlamındaki önemi nedeniyle diğer kamu görevlilerinden farklı ve ağır yükümlülükleri olabilir. Mesleğe özgü özel kanunlarla da görünür hâle gelen personel rejimi dâhil ayrıcalıklı konumları nedeniyle anılan özelliğe sahip kamu görevlilerinden devletin özel bir sadakat ve bağlılık beklemesinin de tanınan ayrıcalığın bir sonucu olduğu söylenebilir. Bu bağlamda hâkim, savcı, polis, asker gibi özel kanunlarla diğer kamu görevlilerine göre ayrıcalıklı yetki ve yükümlülüklerle donatılan ve kamu gücünü kullanabilen kamu görevlilerinden devletin özel bir güven ve sadakat bekleyebileceğinin kabulü gerekir. Zira kamu görevlilerine tanınan ayrıcalıklı hukuki statü, yetki ve haklar ile ifa ettikleri görevin niteliğinin sadakat ve güven kavramları kapsamında devletle olan ilişkideki yükümlülükleri belirlemede de başat rol oynadığı söylenebilir.
144. Bununla birlikte Anayasa’nın 9. maddesine göre yargı yetkisinin Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılması gerektiği açık olduğundan yargı mensuplarının memurlardan farklı olarak bağımsız ve tarafsız şekilde görevlerini yapmaları, hukuk devletine ve demokratik anayasal düzene sadakat göstermeleri konusunda anayasal yükümlülükleri bulunmaktadır. Yine hâkimlerin Anayasa’ya, kanuna ve hukuka uygun şekilde görev yapacaklarına ilişkin vurgunun yer aldığı Anayasa’nın 138. maddesinde de anayasal düzene sadakatin gerekliliğine ayrıca dikkat çekilmiştir. Söz konusu anayasal düzenlemede hâkimlerin bağımsızlığına özellikle değinilmiş; hiçbir organ, makam, merci veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremeyeceği hüküm altına alınmıştır.
145. Bu bağlamda hâkim ve savcıların adalet sistemi içindeki önemi ile Türk milleti adına bağımsız ve tarafsız olarak kullanmak üzere kendilerine tanınan ayrıcalıklı kamusal yetkileri birlikte değerlendirildiğinde yargı mensuplarının görevlerini demokratik anayasal düzene bağlı olarak ve özel bir güvenle ifa etmeleri beklenir. Şüphesiz bu sadakat yükümlülüğü, görevin ifası sırasında demokratik hukuk devletinin dışındaki hiçbir hiyerarşiye tabi olmamayı da içermektedir. Yine görevin ifası sebebiyle edinilen bilgilerin görevle alakası olmadığı sürece kimseyle paylaşılmaması da tarafsızlık ilkesi bağlamında bahse konu sadakat yükümlülüğünün bir gereğidir. Dolayısıyla yargı mensuplarından beklenen sadakat yükümlülüğü, onların temel hak ve özgürlüklerine diğer kişilere göre farklı sınırlamalar getirilmesinin de bir dayanağıdır.
146. Somut olaydaki tedbirin gerekçesi, yargı mensubu olan başvurucunun devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakı olduğunun, bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığının değerlendirilmesidir. Anayasa Mahkemesi irtibat ve iltisak kavramlarının objektif anlamının kapsam ve sınırlarının durum ve şartlara göre yargı içtihatlarıyla değerlendirilerek belirlenebileceğini, bu yönüyle anılan ifadelerin kategorik olarak belirsiz olduğunun söylenemeyeceğini daha önce ifade etmiştir (bkz. §§ 56, 60; AYM, E.2018/89, K.2019/84, 14/11/2019, § 30). Yine Anayasa Mahkemesinin önceki kararlarında FETÖ/PDY’nin kamu kurumlarının neredeyse tamamında örgütlenmesinin ve somut darbe teşebbüsünün bu yapılanmadan kaynaklanmış olmasının potansiyel tehdidi mevcut tehlikeye dönüştürdüğü ve demokratik anayasal düzeni sürdürmek bakımından olağanüstü tedbirler alınmasının zorunlu olduğu kabul edilmiştir (AYM, E.2016/6 (D. İş), K.2016/12, 4/8/2016, § 80; Aydın Yavuz ve diğerleri, § 26; C.A. (3), § 126). Bu bağlamda FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olma hâli, demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalktığını ya da zayıfladığını gösteren bir olgu olarak kabul edilmiştir. Bu noktada söz konusu tedbirin keyfîlik içerip içermediğinin ve durumun gerektirdiği ölçü korunarak tesis edilip edilmediğinin belirlenebilmesi için başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatlı ya da iltisaklı olup olmadığı konusunda ciddi ve objektif nedenlerin idari ve yargısal makamlarca ortaya konulup konulmadığının irdelenmesi gerekir.
147. Somut olayda başvurucunun meslekten çıkarılması ile ilgili karara yönelik olarak yürütülen yargılamanın sonunda S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanı ve başvurucunun FETÖ/PDY’nin yargıda etkin olduğu dönemde HSK müfettişliğine atanması nedeniyle davanın reddine karar verilmiştir. Daha açık ifadeyle yargısal makamlar bu iki husustan hareketle başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olduğu, bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiği sonucuna varmıştır. Öte yandan HSK’nın 21/12/2018 tarihli savunmasında yer alan Demokrasi adlı gizli tanığın beyanının, Bank Asyada başvurucunun hesabının olmasının ve MASAK tarafından başvurucu hakkında rapor düzenlediğine yönelik bildirimlerin Daire tarafından davanın reddine ilişkin kararın gerekçesine alınmadığı anlaşılmıştır. Bununla birlikte başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasında Ağır Ceza Mahkemesi bu hususlarda da inceleme yapmıştır. Neticede gizli tanık Demokrasi’nin beyanında başvurucunun örgüt faaliyeti kapsamında bir eyleminden bahsetmediği, MASAK raporunda başvurucunun aleyhine değerlendirilecek bir hususun olmadığı, Bank Asyadaki hesabın talimat öncesi dönemde açıldığı, herhangi bir bankacılık işlemi yapılmadığı ve dikkat çekici işlemlere rastlanmadığı, başvurucunun Bankanın mevduatını artırmasından ya da talimat doğrultusunda para yatırdığından bahsedilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
148. Bu bağlamda başvurucu hakkındaki tedbirin Anayasa’nın 15. maddesine göre durumun gerektirdiği ölçüde olup olmadığının ortaya konulabilmesi için yargısal makamlar tarafından açıklanan gerekçelerden hareketle başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisak ve irtibatının ciddi, önemli ve somut olgularla desteklenip desteklenmediği, başvurucunun ve kamunun menfaatlerini dengeleyecek şekilde yeterli gerekçenin yargısal makamlar tarafından ortaya konulup konulmadığı incelenmelidir.
149. Öncelikle S.K. beyanında başvurucuyu 1998 yılından beri tanıdığını, o dönem itibarıyla başvurucunun FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını belirtmiştir. Bununla birlikte başvurucunun HSK’ya müfettiş olarak atanmasının dikkatini çektiğini, bu tarihten sonraki konuşmalarında ise başvurucunun farklı davranmaya başladığını ifade etmiştir. S.K. bu kanaatini ise “Selamün aleyküm” diyerek selam verdiğinde başvurucunun “Merhaba” diyerek karşılık vermeye başladığı şeklindeki davranışıyla örneklendirmiştir. Yine S.K. başvurucuyu İskenderun’a atandıktan sonra aradığında kendisine “Senide mi o şerefsiz Fetöcüler gibi paralelci Hâkim zannedip İskenderun’a tayinini çıkardılar.” dediğinde başvurucunun “Ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunmam. Allah HSYK’daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum.” dediğini aktarmıştır. Diğer taraftan başvurucunun Eskişehir’de ağır ceza mahkemesi hâkimi olarak görev yapmaktayken 28/3/2012 tarihli onay ile HSK müfettişi olarak atandığı, bu göreve 30/4/2012 tarihinde başladığı, 6/3/2014 tarihinde ise İskenderun Ağır Ceza Mahkemesine atandığı görülmüştür.
150. Başvurucu, S.K.nın beyanı ve HSK müfettişliğine atanması ile ilgili olarak iki temel hususu yargılama safahatında ileri sürmüştür. İlk olarak çocukluğundan itibaren başka bir camianın içinde yer aldığını, FETÖ/PDY ile hiçbir zaman ilişkisi olmadığını defaatle dile getirmiştir. Başvurucu, S.K.nın beyanında geçen konuşmayı hatırlamadığını vurgulayarak iddia edilen “Ben meslektaşlarım hakkında kesinlikle böyle bir ithamda bulunmam. Allah HSYK’daki tayinimi yapanlara akıl fikir versin diyorum.” şeklindeki ifadesinin -o dönem taşraya atanan bazı kişilerin hâlen görevde olduğu da gözönüne alındığında- FETÖ/PDY lehine bir konuşma olarak anlaşılamayacağını ifade etmiştir. Bununla birlikte HSK müfettişliğine atanmayı, o dönem kalp rahatsızlığı olan oğlunun tedavisi için kendisinin talep ettiğini fakat atandıktan kısa bir süre sonra oğlunun vefat ettiğini belirtmiştir. Nitekim ilgili kayıtlara göre başvurucunun 4/2/2012 tarihinde doğan oğlu M.E.İ.nin başvurucunun HSK müfettişliğine atandığı 28/3/2012 tarihinden birkaç gün sonra, 1/4/2012 tarihinde vefat ettiği anlaşılmıştır (bkz. § 37).
151. Şüphesiz FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı tespit etmek için ilgili kişiler hakkında ortaya konulan beyanlar idari ve yargısal makamlar tarafından dikkate alınıp bir sonuca varılabilir. Yine aynı şekilde FETÖ/PDY’nin yapısı gereği FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı olan hâkim ve savcıların adaylık dâhil tüm süreçlerde üst görevlere getirilmek için emsallerine göre daha donanımlı hâle getirilmeye çalışıldığı, örgütün Bakanlıkta ve HSK’da etkin olduğu dönemde de bu kişilerin üst ünvanlı bazı görevlere getirildiği bir olgu olarak tespit edilmiştir. Fakat özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın 15. maddesi bağlamında durumun gerektirdiği ölçüde olabilmesi için FETÖ/PDY ile irtibatlı veya iltisaklı olmanın ve bu suretle demokratik anayasal düzene sadakat bağının ortadan kalkmasının ciddi ve objektif nedenlerinin başvurucunun ve kamunun menfaatlerini de dengeleyecek şekilde yeterli gerekçeyle idari ve yargısal makamlar tarafından ortaya konulması gerekmektedir. Bu bağlamda örgütle irtibata veya iltisaka ilişkin gerekçenin somut olay ve olgular, esaslı iddialar ile kişilerin lehine ve aleyhine sayılabilecek delillerin birlikte ve bütünlük hâlinde değerlendirildiğini gösterir nitelikte olması gerekir. Anılan gereklilik irtibat ve iltisak kavramlarının içeriğinin kişiye ilişkin bir profilin çıkarılmasıyla doldurulabilir, somutlaştırılabilir olmasının da bir sonucudur.
152. Nitekim Danıştayın konu ile ilgili olarak verdiği bazı kararlarda kişilerin FETÖ/PDY ile bağlantı hususunda somut verilere dayanmayan, yalnızca kişisel kanaat ve tahmine dayalı tanık beyanlarını FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatı ortaya koymak konusunda yeterli bulmadığı görülmüştür. Yine Danıştayın FETÖ/PDY’nin etkin olduğu dönemde bazı üst ünvanlı görevlere atanma hususunda kişilerin örgütün amaç ve stratejilerinin gerçekleştirilmesi için bu görevlere atandıklarına ilişkin iddianın başkaca bir delille desteklenmemesi hâlinde bu hususu FETÖ/PDY ile iltisaka ve irtibata yeter nitelikte görmediği anlaşılmıştır (örnek kararlar için bkz. §§ 53-55).
153. Bakılmakta olan başvuruda, başvurucu hakkında yürütülen ceza yargılamasında hâlihazırda yargı mensubu olarak görev yapan iki kişinin beyanı yer almaktadır. Bu kişiler başvurucunun FETÖ/PDY ile iltisakı ve irtibatının olmadığını düşündüklerini detaylı beyanlarında belirtmiştir. Ayrıca beyan sahibi M.Y. başvurucunun çocuğunun hastalığı nedeniyle Ankara’ya gelmek istediğini, bu nedenle müfettişliğe atanmak için başvurduğunu, bunu başvurucunun müfettişliğe atandığı dönemde duyduğunu ifade etmiştir (bkz. § 36). Nitekim başvurucu bu beyanların da dikkate alınması gerektiği yönündeki temel talebini yargısal makamlar önünde dile getirmiştir.
154. Buna rağmen yargısal makamların S.K.nın başvurucu hakkındaki beyanına karşın Ağır Ceza Mahkemesi kararında ifadeleri yer alan iki yargı mensubunun başvurucu hakkındaki beyanlarını değerlendirmediği, söz konusu beyanların başvurucuya yöneltilen ithamların aksini ortaya koyduğuna yönelik olarak başvurucunun iddialarda bulunmasına rağmen bunları dikkate almadığı, ortaya konulan karşı argümanlara/savunmalara şans tanımadığı görülmüştür. Bununla birlikte beyanı karara esas alınan S.K.nın başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakını gösterecek nitelikteki bir eyleminden veya somut bir olaydan bahsetmediği, ifadelerinde başvurucu ile ilgili yorumlarının ağır bastığı ilk bakışta anlaşılmaktadır. Yine FETÖ/PDY’nin etkin olduğu dönemde başvurucunun HSK müfettişliğine atanmasına ilişkin işlemin örgütün amaçları doğrultusunda gerçekleştirildiğine dair kabulün başkaca bir delille desteklenmediği anlaşıldığından bu husus başvurucunun FETÖ/PDY ile irtibatı veya iltisakının olduğunu göstermek açısından tek başına ciddi ve objektif bir neden olarak kabul edilemeyecektir (Danıştayın benzer yöndeki değerlendirmeleri için bkz. § 55). Diğer taraftan başvurucunun daha sonra vefat eden oğlunun tedavisi için Ankara’ya gelmek amacıyla bu göreve atanmayı talep ettiğine ilişkin beyanının veyargı mensubu M.Y.nin Ağır Ceza Mahkemesi kararında yer alan aynı yöndeki beyanının da yargısal makamlar tarafından herhangi bir değerlendirmeye tabi tutulmadığı görülmüştür.
155. Netice itibarıyla idari ve yargısal makamların başvurucunun darbe teşebbüsünün faili olan FETÖ/PDY ile irtibatlı ve iltisaklı olduğunu, bu suretle anayasal düzene sadakatinin ortadan kalktığını ilgili ve ikna edici gerekçelerle ortaya koyduğu söylenemez. Dolayısıyla başvurucunun meslekten çıkarılması ile ortaya çıkan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin OHAL koşullarında durumun gerektirdiği ölçüde olmadığı sonucuna varılmıştır.
156. Açıklanan gerekçelerle Anayasa’nın 20. maddesinde güvence altına alınan özel hayata saygı hakkına yönelik müdahalenin Anayasa’nın OHAL döneminde temel hak ve özgürlüklerin kullanımının durdurulmasını ve sınırlandırılmasını düzenleyen 15. maddesindeki ölçütlere uygun olmadığına, başvurucunun özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir…” şeklinde değerlendirmelerde bulunmuştur.
Kararda vurgulandığı üzere kişi hakkında FETÖ terör örgütü ile irtibat/iltisaklı olduğundan bahisle ihraç kararı yani meslekten çıkarma cezası verilebilmesi için kanaate dayalı tanık beyanı veya Bank Asya’da hesabının bulunması yeterli değildir. Nitekim somut olayda ihraç edilen hakimin Bank Asya hesabı hakkında düzenlenen MASAK raporunda şüpheli bir hesap hareketine rastlanmamış, ceza yargılamasında ifade veren iki gizli tanık ise beyanında, ihraç edilen hakimin FETÖ ile irtibatlı olmadığına ilişkin lehte ifadelerde bulunmuştur. Bu hususların idari işlemin tesisinde dikkate alınmaması Anayasa Mahkemesi tarafından hakimin ihraç edilmesinde hukuka aykırılığa yol açan nedenlerden kabul edilmiştir.
FETÖ terör örgütü ile irtibatı/iltisakı olduğundan bahisle meslekten ihraç edilen hakimin özel hayata saygı hakkının ihlal edildiğine ilişkin Anayasa Mahkemesi 2023/38006 Baş. Nolu, 29.05.2025 tarihli kararının tam metnine buradan ulaşabilirsiniz.
ESKİŞEHİR AVUKAT CANSU ÖNÇLER UYANIK