Anayasa Mahkemesinin 2020/34559 numaralı koruma tedbiri hakkında yapılan bireysel başvuru hakkında verdiği 18.10.2023 tarihli kararında, FETÖ/PYD üyeliği şüphesi nedeniyle gözaltına alınan ve hakkında soruşturma başlatılan avukat F.H. hakkında Ankara 3. Sulh Ceza Hakimliği tarafından verilen “…telekomünikasyon yoluyla kurulan iletişimin denetlenmesine ilişkin kararlara istinaden yapılan işlemler sebebiyle düzenlenen tutanaklarda yer alan konuşmaların mesleki yardımlaşma kapsamında kaldığını, bazı şüphelilerle olan irtibatın mesleki faaliyet kapsamında olduğunu ve tutuklamadan beklenen faydanın adli kontrolle de sağlanabileceğini dikkate alarak başvurucunun tutuklanması yönündeki talebi reddetmiş ancak başvurucunun konutu terk etmeme ve yurt dışına çıkmamaya ilişkin yükümlülüklere tabi tutularak adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir…” şeklindeki konutu terk etmeme ve yurt dışına çıkmamaya ilişkin adli kontrol kararına ilişkin önemli değerlendirmelerde bulunulmuştur.
Bir soruşturma kapsamında şüpheli hakkında tutuklama veya adli kontrol tedbirine hükmedilirken uyulmayı gerektiren yasal ve içtihadi yerleşmiş bazı ilkeler bulunmaktadır. Bir şüpheli hakkında tutuklama veya adli kontrol, yani genel anlamda bir koruma tedbiri uygulanabilmesi için;
- Kuvvetli suç şüphesinin varlığı,
- Yasada tedbirin uygulanabilmesi için öngörülen özel şartların varlığı,
- Tedbir kararının verilmesinde somut nedenlerin varlığı/görünüşte haklılık,
- Koruma tedbirlerinin verilmesi ile amaçlanan hukuki yarar ile koruma tedbiri arasında ölçülülük bulunması gerekmektedir.
Avukatlık, büroda hukuki danışmanlık ve dava takibi anlamında çoğunlukla adliyede ve büroda bulunmayı gerektiren, evden çalışmaya uygun olmayan bir meslektir. Dolayısıyla bir avukat hakkında herhangi bir suç kapsamında koruma tedbiri uygulanmasını gerektiren bir durumun varlığı halinde ölçülülük ilkesi gereğince şüphelinin mesleki faaliyetini sürdürebilmesi göz önünde tutulmalıdır. Nitekim adli kontrol veya tutuklama, bir ceza hükmü değil; koruma tedbiri niteliğindedir. Dolayısıyla koruma tedbiri hükmü verilirken, tedbir ile korunması gereken hukuki yarar arasındaki dengenin bozularak şüphelinin mağdur edilmemesi gerekir.
Anayasa Mahkemesi kararında, koruma tedbiri uygulanırken temel şartlardan biri olan suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ve adli kontrol tedbirine başvurulmasındaki meşru amacın kararda somut şekilde ortaya konulması gerektiğine işaret edilmiştir. Uygulamada şüpheliler hakkında verilen koruma tedbiri kararlarında soyut ve yasadan alıntı ile yazılan şablon gerekçelere sıklıkla rastlamaktayız. Anayasa Mahkemesinin bahsedilen kararı, koruma tedbirine ilişkin yasal şartların her somut olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi ve somut olarak gerekçelendirilmesi gerektiğini vurgulaması bakımından önemli ve yerinde bir karardır.
ESKİŞEHİR AVUKAT CANSU ÖNÇLER UYANIK
Karar metni aşağıdadır.
TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASA MAHKEMESİ
F.H. BAŞVURUSU
(Başvuru Numarası: 2020/34559)
Karar Tarihi: 18/10/2023
R.G. Tarih ve Sayı: 9/2/2024-32455
I. BAŞVURUNUN ÖZETİ
1. Başvuru, konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması ve sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiği iddialarına ilişkindir.
2. Ankara Batı Cumhuriyet Başsavcılığı (Batı Başsavcılığı) tespit edilemeyen bir tarihte, Fetullahçı Terör Örgütünün (FETÖ) ve/veya Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) avukat yapılanması içinde yer aldığı ve böylece sözü edilen silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla aralarında başvurucunun da olduğu bazı avukatlar hakkında soruşturma başlatmıştır. Soruşturmanın ilerleyen aşamasında Batı Başsavcılığı, soruşturma görevinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına (Ankara Başsavcılığı) ait olduğu gerekçesiyle bir fezleke düzenlemiş ve soruşturma evrakını Ankara Başsavcılığına göndermiştir.
3. Bahsi geçen soruşturmada sulh ceza hâkimliğinden alınan kararlarla başvurucunun telekomünikasyon yoluyla kurduğu iletişimler bir süre tespit edilip dinlenmiş, kayda alınmış ve başvurucuya ait cep telefonunun sinyal bilgileri değerlendirilmiştir. Ayrıca başvurucunun kamuya açık yerlerdeki faaliyetleri ile çalıştığı işyeri, teknik araçlarla izlenip sesli veya görüntülü kayda alınmıştır.
4. Ankara Başsavcılığınca verilen karar nedeniyle 14/9/2020 tarihinde gözaltına alınanbaşvurucu, kollukça alınan 16/9/2020 tarihli ifadesinde kendisine isnat edilen suçu kabul etmemiştir. İfade sırasında başvurucuya özetle haklarında silahlı terör örgütü üyeliği nedeniyle soruşturma yürütülen başka avukatlarla olan ilişkisine, bu avukatlarla telekomünikasyon yoluyla kurduğu iletişimlere, kurduğu iletişimlerle diğer şüphelilerin kurduğu iletişimlerin ortak noktalarına, cep telefonunun başka şüpheli avukatlara ait cep telefonu ile aynı zaman diliminde aynı baz istasyonu çevresinden sinyal vermesine, savunmasını üstlendiği şüpheli veya sanıklardan ücret alıp almadığına, başka avukatlarla dava dosyaları veya soruşturmalar hakkında görüşmesine, müvekkilleriyle ve arkadaşlarıyla yaptığı bazı görüşmelere dair sorular sorulmuştur.
5. Ankara Başsavcılığı 22/9/2020 tarihinde sulh ceza hâkimliğinden başvurucunun silahlı terörörgütüne üye olmasuçundan tutuklanmasını talep etmiştir.
6. Başvurucu; Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğince (Hâkimlik) yapılan sorgusunda bazı meslektaşlarıyla bir araya gelişinin örgüt faaliyeti olarak değerlendirildiğini ancak terör örgütüyle bir ilgisinin olmadığını, takip ettiği 36 dosyadan 20’sinin ceza davası olduğunu ve bunlardan dördü için baro tarafından müdafi olarak görevlendirildiğini beyan etmiştir. Hâkimlik; telekomünikasyon yoluyla kurulan iletişimin denetlenmesine ilişkin kararlara istinaden yapılan işlemler sebebiyle düzenlenen tutanaklarda yer alan konuşmaların mesleki yardımlaşma kapsamında kaldığını, bazı şüphelilerle olan irtibatın mesleki faaliyet kapsamında olduğunu ve tutuklamadan beklenen faydanın adli kontrolle de sağlanabileceğini dikkate alarak başvurucunun tutuklanması yönündeki talebi reddetmiş ancak başvurucunun konutu terk etmeme ve yurt dışına çıkmamaya ilişkin yükümlülüklere tabi tutularak adli kontrol altına alınmasına karar vermiştir.
7. Başvurucu, hakkında verilen karara müdafii aracılığıyla itiraz etmiştir. İtirazda müdafi özetle soruşturma dosyasında suç unsuru bulunmadığını, isnat edilen fiillerin avukatlık mesleğinin ifasıyla ilgili hususlar olduğunu, eşinin tutuklu olması ve çocuğunun bulunması nedeniyle başvurucunun çalışmak zorunda olduğunu ancak tabi tutulduğu yükümlülüklerden birinin çalışmasını imkânsız hâle getirdiğini, başvurucunun kaçma şüphesinin bulunmadığını, kişi özgürlüğünü daha az kısıtlayan yükümlülüklere neden tabi tutulmadığınınaçıklanmadığını ve verilen kararın ölçüsüz olduğunu iddia etmiştir. Bu itiraz, Ankara 4. Sulh Ceza Hâkimliğince 2/10/2020 tarihinde reddedilmiştir.
8. Başvurucu, Ankara 1. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince yargılaması yapılan bir davada suça sürüklenen çocuğun müdafii olduğunu ve bu davanın 13/10/2020 tarihinde yapılacak duruşmasında hazır bulunması gerektiğini bildirerek adli kontrol kararının bir günlüğüne kaldırılması için müdafii aracılığıyla Hâkimlikten talepte bulunmuştur. Hâkimlik, talebin Ankara Başsavcılığınca değerlendirilmesi gerektiği gerekçesiyle dilekçeyi Ankara Başsavcılığına göndermiştir. Soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcısı başvurucunun talebini yerinde görmemiştir.
9. Başvuru formunun eklerine göre başvurucu 17/10/2020’de e-YDS’ye girecek olması nedeniyle adli kontrol kararının bir günlüğüne kaldırılması için 12/10/2020 tarihinde müdafiinin yardımıyla Hâkimliğe müracaat etmiştir. Bu müracaata ilişkin dilekçesine sınav başvurusu kaydına dair belge örneğini eklemiştir. Sözü edilen dilekçede dilekçe ile ekinin Hâkimliğe fiziki olarak ya da Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden gönderildiğine ilişkin hiçbir ibare bulunmamaktadır.
10. Başvurucu 4/11/2020 tarihinde bireysel başvuruda bulunmuştur.
11. Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliği 28/1/2021 tarihinde, başvurucu müdafiinin başvuruya konu adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına veya tabi olunan yükümlülüğün değiştirilmesine yönelik talebine ve Cumhuriyet savcısının adli kontrol tedbirinin değiştirilmesine ilişkin olumlu görüşüne dayanarak konutu terk etmeme şeklindeki yükümlülüğü kaldırmış ancak adli kontrol tedbiri kapsamında başvurucunun hâkim tarafından belirlenen yerlere belirtilen süreler içinde düzenli olarak başvurma yükümlülüğüne tabi tutulmasına karar vermiştir. Sözü edilen adli kontrol tedbiri de 16/3/2022 tarihinde Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğince kaldırılmıştır.
12. Başvuru dosyasındaki belgelere göre başvurucu hakkındaki soruşturma henüz sonuçlandırılmamıştır.
13. Komisyonca başvurucunun adli yardım talebinin kabulüne ve başvurunun kabul edilebilirlik incelemesinin Bölüm tarafından yapılmasına karar verilmiştir.
II. DEĞERLENDİRME
14. Başvurucu; kendisine konutunu terk etmeme yükümlülüğü yüklenerek adli kontrole tabi tutulmasının hukuka aykırı olduğunu, sözü edilen yükümlülüğün ölçülü olmadığını ve Hâkimlikçe verilen karar ile bu karara yaptığı itiraz üzerine verilen kararda gerekçe bulunmadığını belirterek kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğinden şikâyet etmiştir. Aynı zamanda sulh ceza hâkimliklerinin bağımsızlığı ve tarafsızlığı ile yeterli hukuki korumaya sahip olmadığı konusunda tartışmalar olduğunu, adli kontrol kararının bu nitelikte bir hâkimlikçe verildiğini ve sulh ceza hâkimlerine yapılan itirazların kabul edilme oranının düşük olduğunu ve suça sürüklenen çocuğun müdafiliği görevini üstelendiği davada duruşmaya katılabilmek için Hâkimliğe yaptığı talebin kanunen Hâkimlikçe değerlendirilmesi gerektiğini belirterek etkili başvuru hakkının ihlal edildiğinden yakınmıştır. Başvurucu son olarak hakkında verilen adli kontrol kararı kapsamında tabi tutulduğu yükümlülük nedeniyle mesleğini icra etmesinin mümkün olmadığını, bu nedenle avukatlığını yaptığı kişilerden aldığı vekâlet ücretlerini iade etmek zorunda olduğunu, hakkındaki soruşturma sebebiyle özgür şekilde iş seçemediğini, medyada yer alan FETÖ’nün avukat yapılanması ile ilgili haberlerin kendisini derinden sarstığını, bundan sonraki mesleki ve sosyal hayatının eskisi gibi olmayacağını, konutunu terk edemediği için tutuklu olan eşini çocuğuyla birlikte ceza infaz kurumunda ziyaret edemeyeceğini, doktora eğitimine başvurunun ön şartı olan e-YDS’ye girmek istediğini, bu maksatla Hâkimlikten adli kontrol kararının bir günlüğüne kaldırılmasını talep ettiğini ancak bu talep hakkında bir karar verilmediğini belirterek özel hayata saygı ve çalışma hakları ile çalışma ve sözleşme hürriyetinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür.
15. Bakanlık görüşünde, başvurucunun 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 141. maddesi kapsamında tazminat davası açmadığı belirtilmiştir. İkinci olarak başvurucunun sınırlı bir alanda yaşamaya mahkûm olmadığı, evde beraber yaşadığı veya eve ziyarete gelen kişilerle ilişki kurabildiği, bu nedenleözgürlükten mahrum bırakılma hâlinin oluşup oluşmadığının değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir. Son olarak somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesinin olduğu, başvurucuya isnat edilen suçun tutuklama nedeninin var sayılabildiği suçlar arasında yer aldığı, başvuruya konu adli kontrol tedbirinin kanuni dayanağının ve meşru amacının bulunduğu, uygulanan tedbirin ölçülü olduğu ve tedbirin elektronik kelepçe ile uygulanmasıyla ilgili hukuki düzenleme bulunduğu yönünde değerlendirme yapılmıştır.
16. Başvurucu; Bakanlık görüşüne karşı beyanında, Bakanlık görüşünde sözü edilen başvuru yolunun etkili olmadığını ve hakkında hâlihazırda uygulanan adli kontrol tedbiri olduğunu ifade etmiştir. Başvurucu 17/5/2021 tarihinde sunduğu dilekçede hakkında uygulanan adli kontrol tedbirinin aynı zamanda mülkiyet hakkını ihlal ettiğini ileri sürmüştür.
17. Başvuruya konu edilen soruşturma kapsamında verilen kararın öğrenilmesinden itibaren otuz günlük başvuru süresi içinde dile getirilmeyen iddiaların Anayasa Mahkemesi tarafından incelenmesi mümkün değildir. Aksinin kabulü, bir kez bireysel başvuru yapıldıktan sonra başvuru sonlandırılıncaya kadar başvuru dosyasına gelen her türlü ihlal iddiasının incelenmesini gerekli kılar ki bu, bireysel başvuru için öngörülen otuz gün kuralını anlamsız hâle getirir (Ümüt Demir, B. No: 2012/1000, 18/9/2014, § 31). Bu sebeple başvuru formunda dile getirilmeyip de 17/5/2021 tarihli dilekçede dile getirilen mülkiyet hakkının işbu başvuru kapsamında incelenmesi mümkün görülmemiştir. Ayrıca başvurunun adli kontrol altına alınmasına ilişkin karara yapılan itiraz hakkında verilen karar üzerine yapıldığı, kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın dışında kalan bazı savların başvurucunun adli kontrol altına alınmasının olağan sonuçlarına dayandığı ve başvuruda incelenmesi gereken temel iddiaların konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbirinin hukuki olup olmadığı iddiası ile sulh ceza hâkimliklerinin yapısına dair iddia olduğu dikkate alınarak incelemenin kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında yapılmasının gerekli ve yeterli olduğu değerlendirilmiştir. Dolayısıyla başvuru anılan hak kapsamında ve iki başlık altında incelenmiştir.
A. Konutu Terk Etmemeye Dair Adli Kontrol Tedbirinin Hukuki Olmadığına İlişkin İddia
18. Esra Özkan Özakça ([GK], B. No: 2017/32052, 8/10/2020) kararında kişilerin adli kontrol tedbiri kapsamında konutu terk etmeme yönünde yükümlülüğe tabi tutulmasının kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına müdahale teşkil ettiği değerlendirilmiştir. Bu değerlendirme; anılan yükümlülüğün kişilerin fiziksel özgürlüğü üzerindeki etkisi, tedbirin uygulanma şekli ve yükümlülüğün hareket serbestîsi üzerindeki sınırlayıcı etkisinin derece ve yoğunluk olarak seyahat hürriyetine nazaran oldukça ileri bir boyutta olması ile gerekçelendirilmiştir (anılan kararda bkz. §§ 68-76). Bu bakımdan başvurucunun kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı ile etkili başvuru hakkının ihlal edildiğine dair iddiaları, başvurucunun iddialarının özü dikkate alınarak kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı kapsamında ve konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbirinin hukukiliği bağlamında incelenmelidir.
19. Anayasa Mahkemesi E.Y. ([GK], B. No: 2018/10482, 14/12/2022, §§ 48, 49) başvurusunda adli kontrol tedbiri kapsamındaki konutunu terk etmeme yönünde yükümlülüğe tabi tutulan kişilerin söz konusu tedbirin haksız olduğu iddiasıyla tazminat isteyebilecekleri etkili bir hukuki yol bulunmadığını tespit ederek Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasıyla bağlantılı olarak dokuzuncu fıkrasının ihlal edildiğine karar vermiştir. Bu sebeple inceleme tarihinden önce başvuruya konu adli kontrol tedbiri sonlanmış da olsa başvurucunun 5271 sayılı Kanun’un 141. vd. maddelerine dayanarak tazminat talebiyle dava açmaması, başvuru yollarının tüketilmemesi noktasında bir eksiklik değildir. Ayrıca başvuruda diğer kabul edilebilirlik ölçütleri yönünden bir eksiklik saptanmamıştır. O hâlde konutu terk etmemeye ilişkin adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın kabul edilebilir olduğuna karar verilmesi gerekir.
20. Konutun terk edilmemesine yönelik bir yükümlülüğü içeren adli kontrol tedbirinin hukukiliğinin değerlendirilmesinde -tıpkı tutuklamanın hukukiliğinin incelenmesinde olduğu gibi- tedbirin kanun tarafından öngörülüp öngörülmediği, Anayasa’nın ilgili maddelerinde belirtilen haklı sebeplerden bir veya daha fazlasına dayanılıp dayanılmadığı ve tedbirin ulaşılmak istenen amaç bakımından ölçülü olup olmadığı dikkate alınır. Çünkü böyle bir adli kontrol tedbiri tutuklamaya seçenek bir koruma tedbiridir. Dolayısıyla söz konusu tedbire ancak -suçlamanın kuvvetli sayılabilecek inandırıcı delillerle desteklenmesi şartıyla- suçluluğu hususunda kuvvetli belirti bulunan kişiler hakkında, tedbir uygulanacak kişinin kaçmasını ya da delilleri yok etmesini veya değiştirmesini önlemek amacıyla ve ulaşılmak istenen amaç yönünden bir ölçüsüzlük yoksa başvurulabilir. Adli kontrol kapsamındaki başka yükümlülüklerin ulaşılmak istenen meşru amaç bakımından yeterli olması hâlinde kişi konutu terk etmeme yükümlülüğüne tabi tutulmamalıdır (benzer yöndeki değerlendirme için bkz. Esra Özkan Özakça, §§ 78-83).
21. Bahsi geçen nitelikteki bir adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olduğu iddiasıyla yapılan bir başvuruda Anayasa Mahkemesi, somut olayın şartlarını ve başvuruya konu edilen yargısal süreci dikkate alarak fakat adli kontrole ilişkin kararda yazılı gerekçeler üzerinden inceleme yapmalıdır (Esra Özkan Özakça, § 84). Bu nedenle başvuruya konu yargısal kararda suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti ve/veya sözü edilen tedbire başvurulmasındaki meşru amaç öz itibarıyla da olsa belirtilmemiş ise Anayasa Mahkemesi, ilgili yargı merciinin yerine geçerek sözü edilen eksiklikleri gideremez.
22. Başvurucu, hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçu nedeniyle yürütülen soruşturma kapsamında 5271 sayılı Kanun’un 109. maddesi uyarınca adli kontrol tedbiri kapsamında konutu terk etmeme yükümlülüğüne tabi tutulmuştur. Bu bakımdan başvurucu hakkında uygulanan tedbirin kanuni dayanağı bulunmaktadır. Suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti olup olmadığına ve adli kontrol tedbirine başvurulmasındaki meşru amacın ne olduğuna gelince Hâkimlikçe verilen kararda telekomünikasyon yoluyla kurulan iletişimin denetlenmesine ilişkin kararlara istinaden yapılan işlemler sebebiyle düzenlenen tutanaklarda yer alan konuşmaların mesleki yardımlaşma kapsamında kaldığı ve başvurucunun bazı şüphelilerle olan irtibatının mesleki faaliyet kapsamında olduğu belirtilerek dolaylı da olsa suçun işlendiğine dair kuvvetli belirti bulunmadığı ifade edilmiştir. Ayrıca söz konusu kararda adli kontrol tedbirine başvurulmasındaki meşru amaçla ilgili bir hususa yer verilmemiştir. Bu durumda Anayasa Mahkemesinin kuvvetli belirti konusunda aksi bir sonuca varması veya Hâkimliğin yerine geçerek adli kontrol tedbirine başvurulmasındaki meşru amacı gerekçelendirmesi mümkün değildir. Varılan bu sonuç, tedbirin amacının meşruluğu ve ulaşılmak istenen amaca nazaran tedbirin ölçülülüğü konusunda inceleme yapılmasını gereksiz kılmaktadır.
23. Açıklanan gerekçelerle suç işlediğine dair kuvvetli belirtiler ve adli kontrol tedbirine başvurulmasındaki meşru amaç ortaya konulmadan başvurucunun adli kontrol tedbiri kapsamında konutu terk etmeme şeklindeki yükümlülüğe tabi tutulması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden ihlal edildiğine karar verilmesi gerekir.
B. Sulh Ceza Hâkimliklerinin Bağımsız ve Tarafsız Olmadığına İlişkin İddia
24. Anayasa Mahkemesi gerek Hikmet Kopar ve diğerleri ([GK], B. No: 2014/14061, 8/4/2015, §§ 101-115, 128-134) kararında gerek daha sonra verdiği pek çok kararda anılan nitelikteki iddiaların açıkça dayanaktan yoksun olduğunu tespit etmiştir. Bu tespitten ayrılmayı gerektiren bir sebep bulunmamaktadır.
25. Açıklanan gerekçelerle sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.
III. GİDERİM
26. Başvurucu, ihlal tespiti yanında 1.000.000 TL manevi tazminat talebinde bulunmuştur.
27. Başvuruda, konutu terk etmeme şeklindeki adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrasının ihlal edildiğine karar verilmiştir. Başvurucu hakkında yürütülen yargılamada konutu terk etmeme yönündeki yükümlülük inceleme tarihinden önce kaldırılmıştır. Dolayısıyla bu yönüyle ihlalin sonuçlarının ortadan kaldırılması için tazminat ödenmesi dışında yapılması gereken bir husus bulunmamaktadır.
28. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkına yönelik müdahale nedeniyle yalnızca ihlal tespitiyle giderilemeyecek olan manevi zararları karşılığında başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ödenmesine karar verilmesi gerekir.
IV. HÜKÜM
Açıklanan gerekçelerle;
A. Kamuya açık belgelerde başvurucunun kimliğinin gizli tutulması talebinin KABULÜNE,
B. 1. Konutu terk etmemeye dair adli kontrol tedbirinin hukuka aykırı olması nedeniyle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın KABUL EDİLEBİLİR OLDUĞUNA,
2. Sulh ceza hâkimliklerinin bağımsız ve tarafsız olmaması dolayısıyla kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının ihlal edildiğine ilişkin iddianın açıkça dayanaktan yoksun olması nedeniyle KABUL EDİLEMEZ OLDUĞUNA,
C. Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkının Anayasa’nın 19. maddesinin üçüncü fıkrası yönünden İHLAL EDİLDİĞİNE,
D. Başvurucuya net 50.000 TL manevi tazminat ÖDENMESİNE, tazminata ilişkin diğer taleplerin REDDİNE,
E. Ödemenin kararın tebliğini takiben başvurucunun Hazine ve Maliye Bakanlığına başvuru tarihinden itibaren dört ay içinde yapılmasına, ödemede gecikme olması hâlinde bu sürenin sona erdiği tarihten ödeme tarihine kadar geçen süre için yasal FAİZ UYGULANMASINA,
F. Kararın bir örneğinin bilgi için Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğine (Sor. No 2020/842) GÖNDERİLMESİNE,
G. Kararın bir örneğinin Adalet Bakanlığına GÖNDERİLMESİNE 18/10/2023 tarihinde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.