Evlilik vaadiyle kandırma, kanuni şartların varlığı halinde Türk Ceza Kanunu kapsamında dolandırıcılık suçunu oluşturmakla birlikte, şartları mevcut olması halinde tazminat sorumluluğuna da yol açmaktadır. Önceki yazımızda, ceza hukuku kapsamında evlilik vaadiyle kandırmanın hukuki niteliği ve sonuçlarına değinilmiş idi. Bu yazıda ise, evlilik vaadiyle kandırma sebebiyle kişinin tazminat sorumluluğu hakkında hukuki değerlendirmede bulunulacaktır.
Evlenme Vaadiyle Nişanlanma
Nişanlanma, her iki tarafın karşılıklı ve evlenme yönündeki birbirine uygun irade beyanı açıklamasında bulunması ve bu niyetle hareket etmesi ile gerçekleşmiş olur. Kanuna göre nişanlanma, evlenme vaadiyle olur. Ancak evlenme vaadinde her iki tarafın da iyiniyetli olması, iradelerinin gerçekten evlenme yönünde olması gerekmektedir. Her iki tarafın da gerçekten evlenme niyetiyle nişanlanması, sözlenmesi ancak birlikteliğin, evlilik dışında bir sebeple sona ermiş olması halinde, evlilik vaadiyle kandırma durumu söz konusu olmayacaktır.
Evlilik Vaadiyle Kandırma Tazminat
1- Evlilik Vaadiyle Kandırma Maddi Tazminat
Evlilik vaadiyle kandırma, taraflardan birinin evlenme niyetinde olmamasına rağmen çeşitli menfaat ve sebeplerle diğer tarafla evliliğe yönelik adımlar atması gibi hallerde olmaktadır. Taraflardan birinin evlilik vaadiyle kandırdığının kabul edilebilmesi için asıl amacının evlenme olmaması ve kötü niyetle hareket etmesi gerekmektedir. Bu koşulların varlığı halinde kandıran kişinin Türk Borçlar Kanununun haksız fiile ilişkin hükümleri uyarınca tazminat sorumluluğu doğar.
Kandırılan tarafın, karşı tarafın kandırması sonucu evlenme niyeti ile yaptığı alışveriş, ziynet hediyesi, çeyiz vs. harcamalar maddi zararını oluşturmaktadır. Kandırılan taraf, maddi zararının tazmini için karşı tarafa karşı evlilik vaadiyle kandırma nedeniyle maddi tazminat davası açabilir.
Kandıran taraftan maddi tazminat talep edilebilmesi için;
- Kişinin karşı tarafı evlilik vaadiyle kandırmaya yönelik hukuka aykırı fiil işlemesi,
- Kandıran tarafın bu fiilleri işlemede kusurlu olması,
- Evlilik vaadiyle kandırılan tarafın zarara uğraması,
- Kandırılan tarafın uğradığı zarar ile kandırma fiilleri arasında nedensellik bağı bulunması,
gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere, açılacak maddi tazminat davasında karşı tarafın evlilik vaadiyle kandırma niyetinin olduğu ve bu nedenle işlenen fiillerden ötürü zarara uğradığının ispat yükü, kandırılan taraftadır.
DİKKAT! Kendi parası ile aldığı taşınır veya taşınmaz malı evleneceği inancı ile karşı tarafın üzerine alan tarafın, kandırıldığı iddiasıyla malı geri almak için açacağı dava sebepsiz zenginleşme hükümleri uyarınca değerlendirilecektir.
2- Evlilik Vaadiyle Kandırma Manevi Tazminat
Yargıtay, nişanın bozulması halinde her durumda manevi tazminata hükmedilmemesi gerektiğini kabul etmektedir. Nitekim, nişanın bozulması nedeniyle tarafların elem, üzüntü yaşaması normal ve olağan bir durumdur. Ancak manevi tazminata hükmedilebilmesi için, taraflardan birinin kişilik haklarının saldırıya uğraması gerekmektedir.
Evlilik vaadiyle kandırılan kişinin kural olarak manevi tazminat hakkı bulunmaktadır. Örneğin, hukuka aykırı olmasına rağmen ülkemizde resmi nikah kıyılmadan önce (dini) imam nikahı yapılması ve imam nikahı ile karı-koca ilişkisi yaşanması sıklıkla rastlanan bir durumdur. Ancak imam nikahından sonra taraflardan birinin resmi nikah yapılmadan diğer taraftan ayrılması, bu nedenle kişinin manevi olarak zarara uğramasına neden olacaktır.
Evlilik Vaadiyle Kandırma Tazminat Davası Zamanaşımı
Evlilik vaadiyle kandırılan tarafın, bundan dolayı uğradığı zararın tazmini için açacağı maddi ve manevi tazminat davasını, kandırmanın öğrenildiği tarihten itibaren 2 yıl, her halde fiilin işlendiği tarihten itibaren 10 yıl içinde açması gerekir. Ancak, tazminat gerektiren fiilin aynı zamanda dolandırıcılık suçunu oluşturması durumunda tazminat davası için de dolandırıcılık suçuna ilişkin zamanaşımı uygulanır.
DİKKAT! Nişanın bozulmasından kaynaklı manevi tazminat taleplerinde dava zamanaşımı süresi, 1 yıldır.
Görevli Yetkili Mahkeme
Evlilik vaadiyle kandırma nedeniyle maddi manevi tazminat davası, Asliye Hukuk Mahkemelerinde açılacaktır. Ancak nişanın bozulması nedeniyle açılacak tazminat davalarında görevli mahkeme, Aile Mahkemeleridir.
Yetki bakımından ise evlilik vaadiyle kandırma maddi manevi tazminat davası, davalının yerleşim yeri, kandırma fiilinin işlendiği veya zararın meydana geldiği yahut gelme ihtimalinin bulunduğu yer ya da kandırılan kişinin yerleşim yeri mahkemesinde açılabilir.
EVLİLİK VAADİYLE KANDIRMA TAZMİNAT EMSAL KARARLAR
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2017/3187
Karar Numarası: 2021/1692
“…Manevi zarar, kişilik değerlerinde oluşan objektif eksilmedir. Duyulan acı, çekilen ızdırap manevi zarar değil, onun görüntüsü olarak ortaya çıkabilir. Acı ve elemin manevi zarar olarak nitelendirilmesi sonucu, tüzel kişileri ve bilinçsizleri; öte yandan, acılarını içlerinde gizleyenleri tazminat isteme haklarından yoksun bırakmamak için yasalar manevi tazminat verilebilecek bazı olguları özel olarak düzenlemiştir.
14. Bunlar kişilik değerlerinin zedelenmesi [Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 24], isme saldırı (TMK m. 26), nişan bozulması (TMK m. 121), evlenmenin butlanı (TMK m. 158/2), boşanma (TMK m. 174/2) bedensel zarar ve ölüme neden olma [818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) m. 47, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) m. 56] durumlarından biri ile kişilik haklarının zedelenmesi (818 sayılı BK m. 49, 6098 sayılı TBK m. 58) olarak sıralanabilir.
15. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesi ile 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesi diğer yasal düzenlemelere nazaran daha kapsamlıdır.
16. Türk Medeni Kanunu’nun 24. maddesinde;
“Hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimse, hakimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir.
Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.”
düzenlemesi mevcuttur.
17. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 49. maddesinde ise;
“Şahsiyet hakkı hukuka aykırı bir şekilde tecavüze uğrayan kişi, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat namıyla bir miktar para ödenmesini dava edebilir.
Hâkim, manevi tazminatın miktarını tayin ederken, tarafların sıfatını, işgal ettikleri makamı ve diğer sosyal ve ekonomik durumlarını da dikkate alır.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir tazmin sureti ikame veya ilave edebileceği gibi tecavüzü kınayan bir karar vermekle yetinebilir ve bu kararın basın yolu ile ilanına da hükmedebilir.”
hükmü yer almaktadır.
18. Türk Medeni Kanunu’nun 24 ve Borçlar Kanunu’nun 49. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
19. Görüldüğü üzere BK’nın 49. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
20. Somut olaya gelince; tarafların Iğdır’da tanışıp imam nikâhı kıyarak 08.06.2009 tarihinden itibaren beraber yaşamaya başladıkları, bu birliktelikten bir çocuklarının dünyaya geldiği, davalı baba tarafından çocuğun tanıma yoluyla nüfusa kaydının yapıldığı, aradan uzunca bir süre geçmesine rağmen resmî nikâhın kıyılmaması üzerine davacının çocuğu ile birlikte evden ayrılarak ablasının evine gittiği sabittir.
21. Dosya içerisinde bulunan bilgilere ve tanık beyanlarına göre tarafların evlenmek için yöresel gelenekleri yerine getirdikleri, kına gecesi yaparak evlendikleri, sadece resmî nikâhın yapılmadığı, tarafların kayden bekâr olduğu ve resmî nikâh yapılma vaadinde bulunularak nikâhın daha sonraya bırakıldığı, ancak resmî nikâhın yapılmadığı anlaşılmaktadır.
22. Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde; davacı kadının davalı erkek tarafından resmî nikâh yapma vaadi ile kandırıldığı, bunun etkisi ile çocuk sahibi olduğu, nikâhın kıyılmaması ve ayrılmak zorunda kalması nedeniyle gerek fiziksel gerek ruhsal bakımdan zarara uğratıldığı, böyle olunca davacının acı ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi, hukuka aykırı bu fiilden dolayı etkilenen manevi dengesinin eski hâle dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir fiilde bulunmamasını sağlamak bakımından davacı lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerekmektedir.
23. Hâl böyle olunca; tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dosyadaki delillere, bozma kararında açıklanan gerektirici nedenlere göre, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
24. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır…”
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2017/1316
Karar Numarası: 2021/167
“…Davacının, maddi ve manevi tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekaletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin istemde bulunma hakkı saklıdır.
Manevi tazminat istemi, karşı tarafça kabul edilmiş olmadıkça devredilemez; miras bırakan tarafından ileri sürülmüş olmadıkça mirasçılara geçmez.
Davacı, kişilik haklarının korunması için kendi yerleşim yeri veya davalının yerleşim yeri mahkemesinde dava açabilir” yönünde düzenleme bulunmaktadır.
20. Davanın açıldığı tarihte yürürlükte bulunan TBK’nın 58. maddesinde ise;
“Kişilik hakkının zedelenmesinden zarar gören, uğradığı manevi zarara karşılık manevi tazminat adı altında bir miktar para ödenmesini isteyebilir.
Hâkim, bu tazminatın ödenmesi yerine, diğer bir giderim biçimi kararlaştırabilir veya bu tazminata ekleyebilir; özellikle saldırıyı kınayan bir karar verebilir ve bu kararın yayımlanmasına hükmedebilir.” hükmü yer almaktadır.
21. TMK’nın 24 ve TBK’nın 58. maddelerinde belirlenen kişisel haklar, bedensel ve ruhsal tamlık ve yaşam ile nesep gibi insanın, insan olmasından güç alan varlıklar ya da kişinin adı, onuru ve sır alanı gibi dolaylı varlıklar olarak iki kesimlidir.
22. Görüldüğü üzere TBK’nın 58. maddesi gereğince kişilik hakları zarara uğrayanların manevi tazminat isteme hakları vardır.
23. Somut olaya gelince; tarafların teyze çocukları oldukları, 07.12.2009 tarihinde ailelerin bilgisi dâhilinde nişanlandıkları, 15.12.2011 tarihinde düğün salonunda resmi nikâh kıyılmadan düğün yaparak fiilen evlendikleri, davalının evlendikten hemen sonra Antalya iline çalışmaya gittiği sabittir.
24. Dosya içerisinde bulunan resim ve dijital kayıtlara göre tarafların evlenmek için toplumsal gelenekleri yerine getirdikleri, geniş katılımın olduğu bir düğün ile düğün salonunda evlendikleri, sadece resmi nikâhın yapılmadığı, davalının kayden bekâr olduğu ve davalı tarafın cevap dilekçesi ile dosyada dinlenen tanıkların beyanlarından resmi nikâh yapılma vaadinde bulunularak nikâhın daha sonraya bırakıldığı, gerek davacının gerekse de davacının ailesinin akrabalığa da güvenerek ilerde resmi nikâh yapılacağı inancıyla nikâh yapılmadan fiili birlikteliğe rıza gösterdikleri, ancak düğün tarihinden dava tarihine kadar geçen bir buçuk yıllık süreçte resmi nikâhın yapılmadığı anlaşılmaktadır.
25. Tüm bu olgular birlikte değerlendirildiğinde; davacı kadının davalı erkek tarafından nikâh yapma vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal bakımdan zarara uğratıldığı, bu nedenle acı ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi, davacının hukuka aykırı olan bu fiilden dolayı etkilenen manevi dengesinin eski hâle dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir fiilde bulunmamasını sağlamak bakımından lehine manevi tazminata hükmedilmesi isabetlidir.
26. Hâl böyle olunca; direnme kararı usul ve yasaya uygundur.
27. Ne var ki, Özel Dairece bozma nedenine göre tazminat miktarı yönünden bir inceleme yapılmadığından bu yöne ilişkin temyiz itirazlarının incelenmesi için dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekir…”
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2019/1464
Karar Numarası: 2020/359
“…Davacı, aynı zamanda akrabası olan davalı ile 2009 yılı Nisan ayında tanıştığını, 20 Eylül 2010 günü dinî nikâh kıyılarak …’den davalının yaşadığı …’ne geldiğini, 3 yıl boyunca resmî nikâh yapılmasını talep ettiğini, ancak davalı ve ailesinin çeşitli bahaneler ile resmî nikâh yapmaktan kaçındığını, sebepsiz yere davalı tarafından evden gönderildiğini, 2013 yılı Temmuz ayından bu yana kendi ailesinin evinde yaşadığını, aradan geçen zaman içinde davalının sözlerini yerine getirmediği gibi başka bir kadınla resmî nikâh yaparak evlendiğini, bu gelişmelerden sonra kandırıldığını öğrendiğini, bu durumun toplum içinde itibarını zedelediğini, ileride sağlıklı bir evlilik yapabilme olanağını yitirdiğini belirterek maddi ve manevi tazminat isteminde bulunmuştur.
Davalı, davacı ile anne babalarının hala-dayı çocukları olduğunu, karşılıklı rıza ile memleketleri olan …’de bulunan köyde düğün yaparak evlendiklerini, Korkuteli’ne gelecekleri için köyde resmî nikâh kıyılmadığını, Korkuteli’ne gelince evlilik için gerekli hazırlıklara başladıklarını, ancak davacının davranışlarındaki değişiklik nedeniyle anlaşmazlık yaşamaya başladıklarını, bu nedenle resmi nikah işlemlerinin yarım kaldığını, davacının da resmî nikâh yapmak istemediğini savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, davacının evliliğin gerçekleştiği tarihte reşit ve mümeyyiz olduğu, resmî nikâh yapılmaksızın kendi iradesi ile evlenmeyi kabul ederek davalı ile birlikte olduğu, bu nedenle davalının tazminatla sorumlu tutulmasını gerektiren bir haksız eylem bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Davacının temyizi üzerine karar Dairemizin 19/11/2018 gün, 2016/11308 esas ve 2018/7147 karar sayılı ile onanmış, davacının karar düzeltme isteği üzerine dosya yeniden incelenmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 24. maddesi gereğince hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kişi hâkimden, saldırıda bulunanlara karşı korunmasını isteyebilir. Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 49. maddesiyle de kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar verenin, bu zararı gidermekle yükümlü olacağı hüküm altına alınmıştır.
Somut olayda, tarafların akraba oldukları, 2010 yılı Eylül ayında ailelerin bilgisi dâhilinde toplumsal gelenekler yerine getirilerek davacının ailesinin bulunduğu …’ye bağlı köyde dinî tören ve düğün yaparak evlendikleri, …’nde davalının ailesi ile birlikte yaşamaya başladıkları, bu durumun 3 yıl sürdüğü, bu süre içerisinde resmi nikahın yapılmadığı ve bunun sonucunda davacının …’ye ailesinin yanına geri döndüğü anlaşılmaktadır. Davacı köyde yapılan düğün tarihinde 19 yaşındadır. Tarafların evlenip davalının ailesinin evinde birlikte karı koca hayatı yaşamaya başladıkları hususu, içerisinde bulundukları toplum tarafından bilinmektedir. Davacının resmî nikâh olmadan geleneksel törenle evlenme eylemine rızası olsa bile, nikah kıyma vaadine dayalı olarak bu rızanın temin edildiği açıktır.
Resmi nikâh yapılacağı inancı ile tarafların ailelerinin ve yakınlarının katılımı ile gerçekleştirilen düğün töreninden sonra davacının, davalı ile 3 yıl karı koca hayatı yaşaması, resmî nikâh yapılmaması fırsat bilinerek hiçbir yasal hakkı olmaksızın ailesinin evine gönderilmesi veya terke zorlanması, toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre gözetildiğinde, toplumda boşanmış kadın damgasını taşımasına yol açacağından, ortaya çıkan bu olgu davacının kişilik haklarına saldırı oluşturur. Böyle bir durumun varlığı, davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı zamanda akraba olan taraflardan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek daha hassas davranması beklenmelidir.
Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından resmî nikâh yapma vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında, fiziksel ve ruhsal olarak zarara uğratıldığı, bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski hâline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminata hükmedilmesi gerekir.
Yukarıda açıklanan yönler gözetilerek mahkemece, kişilik hakları zedelenen davacı yararına manevi tazminata hükmedilmesi gerekirken yerinde olmayan yazılı gerekçeyle manevi tazminat isteminin reddine karar verilmiş olması doğru olmamıştır. Bu durum kararın bozulmasını gerektirir ise de karar onanmış bulunduğundan, davacının karar düzeltme istemi HUMK’nun 440-442. maddeleri uyarınca kabul edilmeli, Dairemizin 19/11/2018 gün, 2016/11308 esas ve 2018/7147 karar sayılı onama kararı kaldırılmalı ve karar gösterilen nedenlerle bozulmalıdır…”
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2015/6000
Karar Numarası: 2016/5100
“…Dosya kapsamına göre, eşinin 15/03/2009 tarihinde ölümünden sonra davalının, yaşları küçük üç çocuğuyla yalnız kaldığı, babasının hastalığı sebebiyle memleketi olan Iğdır’a gittiğinde babasının tavsiyesi üzerine davacı ile evlenmeye karar verdiği, davalıyı ailesinden istediği, ailesinin de onay vermesiyle 08/06/2009 tarihinde Iğdır’da kına gecesi ve imam nikahı yapıldıktan sonra davalının davacıyı ikamet ettiği İstanbul iline götürdüğü, İstanbul’da davalı ve ailesi ile birlikte yaşamaya başladıkları, bu durumun yaklaşık iki yıl sürdüğü, 23/06/2010 tarihinde bir çocuklarının dünyaya geldiği, çocuğun davalı tarafından tanıma yolu ile nüfusa kaydının yapıldığı ancak bu süre içerisinde resmi nikahın yapılmadığı ve bunun sonucunda davacının davalının yanından ayrılarak ablasının evinde yaşamaya başladığı sabittir.
Dosya içerisinde bulunan evraklara göre tarafların evlenmek için yöresel gelenekleri yerine getirdikleri, düğün ile evlendikleri, sadece resmi nikahın yapılmadığı, davacının ve davalının kayden bekar olduğu anlaşılmaktadır.
Toplumumuzun geleneksel yapısı ve tarafların yaşadıkları sosyal çevre de gözetildiğinde; resmi nikah yapılacağı inancı ile davacının davalı ile iki yıl karı koca hayatı yaşaması, resmi nikah yapılacağı vaat edildiği için evlenecekleri inancına kapılan davacının, Iğdır ilinden İstanbul’a getirilmesine rağmen iki yıl boyunca resmi nikahın yapılmaması, çocuğuyla birlikte ablasının evinde yaşamak zorunda kalması, toplumda dul damgasını taşıması, davacının yeni bir evlilik yapmasını zorlaştıracağı gibi ileride yapacağı evliliklerde de böyle bir durumun varlığının aleyhine kullanılabileceği kaçınılmaz bir gerçektir. Aynı sosyal çevreyi paylaşan davalının, davacının içine düşeceği bu durumu da gözeterek, daha hassas davranmasının, ondan beklenen ve olması gereken bir davranış modeli olduğu da unutulmamalıdır.
Tüm bu olgular birlikte ele alındığında davacının, davalı tarafından evlenme vaadi ile kandırıldığı ve bunun etkisi altında gerek fiziksel gerek ruhsal anlamda zarara uğratıldığı ve bundan elem ve üzüntü duyduğunun kabul edilmesi ve davacının hukuka aykırı olan eylemden dolayı bozulan manevi dengesinin eski haline dönüşmesi, duygusal olarak tatmin edilmesi, zarar verenin de bir daha böyle bir eylemde bulunmaktan alıkonulması amacıyla uygun bir manevi tazminat hükmedilmesi gereklidir.
Yerel mahkemece açıklanan yönler gözetilerek, davacı yararına uygun bir tutarda manevi tazminat takdir edilmesi gerekirken, isteminin reddedilmiş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir…”
YARGITAY 4. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2011/14983
Karar Numarası: 2012/18465
“…Dosya kapsamından; tarafların uzun süre birlikte yaşadıkları; davalının birlikte yaşama son verdiği ve bir başkası ile resmi nikah yaptığı anlaşılmaktadır.
Davacı ile davalı arasındaki gayri resmi birliktelik, Türk Medeni Kanunu anlamında gerçekleşen ve hukuk alanında geçerlilik taşıyan bir evlilik olmayıp; taraflar arasında bir evlilik ilişkisi de doğurmamaktadır. Bu nedenle, aralarındaki ilişkinin aile hukuku kurallarına göre değil; Borçlar Hukuku’na ve özellikle de haksız eylem hükümlerine göre değerlendirilmesi gerekir. Davacı kadın, davalı ile rızası ile birlikte olmuş ve evlilik vaadi ile kandırıldığını da kanıtlayamamıştır. Davacının iddia edildiği gibi otuz yıla yakın bir süre, evlilik vaadi ile kandırıldığından sözedilemez. Bu durumda, istemin reddedilmesi gerekirken kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir…”
BURSA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2018/140
Karar Numarası: 2018/152
“…somut olayda, taraflar arasında dava konusu taşınmazın devrine ilişkin tapuda yasal şekle uygun olarak yapılmış bir bağış akdi mevcut değildir. Davacının tapu iptali ve tescil talebinin dayağı, taşınmaz bedelinin kendisi tarafından ödendiği iddiası uyarınca davanın hukuki dayanağının sebepsiz zenginleşme olduğunun kabulü gerekir.
Zira, sebepsiz zenginleşmeden söz edilebilmesi için; bir taraf zenginleşirken diğerinin fakirleşmesi, zenginleşme ve fakirleşme arasında uygun nedensellik bağının bulunması ve zenginleşmenin hukuken geçerli bir nedene dayalı olmaması gerekir.
Türk Borçlar Kanunun’ un 77 ve devamı maddelerindeki (Borçlar Kanunu’nun konuya ilişkin 61 ve devamı maddelerindeki) düzenlemelere göre, sebepsiz zenginleşme; geçerli olmayan veya tahakkuk etmemiş yahut varlığı sona ermiş bir nedene ya da borçlu olunmayan şeyin hataen verilmesine dayalı olarak gerçekleşebilir.
Sebepsiz zenginleşme bunlardan hangisi yoluyla gerçekleşmiş olursa olsun, sebepsiz zenginleşen, aleyhine zenginleştiği tarafa karşı, geri verme borcu altındadır.
Tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde; tarafların arkadaşları vasıtasıyla tanıştıkları ve aralarındaki görüşmeler sonucunda evlenmeye karar verdikleri, bu amaçla bir sürede birlikte yaşadıkları, ancak resmi evliliğin gerçekleşmediği sabittir.
Davacı vekili bu süreçte, müvekkili tarafından bedeli ödenmek suretiyle satın alınan dava konusu taşınmazın tapuda davalı adına tescil edildiğini iddia etmiş, davalı da cevap dilekçesi ve ön inceleme duruşmasındaki beyanları ile, taşınmazın bedelinin davacı tarafından ödendiğini kabul etmiştir. Bu nedenle, dava konusu taşınmazın bedelinin davacı tarafından ödendiği, ancak tapuda davalı adına tescil edildiği hususu da sabittir.
Bu itibarla, dava konusu taşınmazın satın alınarak bedelinin ödenmesi nedeniyle davacı taraf fakirleşirken, taşınmazın davalı adına tapuya tescili nedeniyle davalı tarafın zenginleştiği, taraflar arasında kararlaştırılan evlilik akdinin de gerçekleşmediği, bu suretle davalının davacı aleyhine sebepsiz zenginleştiği ve davalının dava konusu taşınmazı aleyhine sebepsiz zenginleştiği davacıya aide borcu altında olduğu anlaşılmıştır.
Tüm bu nedenlerle, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken ilk derece mahkemesince yerinde olmayan gerekçeyle reddine karar verilmesinin usul ve esas yönünden hukuka aykırı, davacı vekilinin istinaf başvurusunun ise yerinde olduğu anlaşılmakla, kararın 6100 sayılı HMK.’nun 353/(1)-b/2 maddesi uyarınca kaldırılarak düzeltilerek yeniden esas hakkında hüküm kurulmak suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi gerekmiş aşağıdaki hüküm kurulmuştur…”
ESKİŞEHİR AVUKAT CANSU ÖNÇLER UYANIK