Nafaka Artırım Davası
Nafaka artırım davası, günümüzde paranın alım gücünün ciddi oranda azalması ve enflasyonda meydana gelen hızlı ve sürekli yükseliş nedeniyle velayet hakkı kendisinde bulunan ebeveynlerin sıklıkla açtığı bir dava olarak karşımıza çıkmaktadır. Peki müşterek çocuk için nafaka artırım davası nasıl açılır, nafaka artırım davası şartları nelerdir? gelin bunları inceleyelim.
Nafaka Davası Nedir?
Nafaka davası, Türk Medeni Kanunundan kaynaklanan yoksulluk, iştirak, yardım gibi çeşitli nafakaların;
- Karşı taraftan talep edilmesi,
- Daha önce mahkeme kararı ile hükmedilen nafaka miktarının artırılması/azaltılması,
- Mahkeme kararı ile hükmedilen nafakanın kaldırılması,
- Nafaka yükümlüsünün nafakaları ödediğine dair tespit davası şeklinde karşımıza çıkabilir.
İştirak Nafakası Nedir?
İştirak nafakası, ana ve babadan her birinin, velayeti altında bulunmayan veya kendisine bırakılmayan çocuğa karşı bakım yükümlülüğünden kaynaklanan bir nafaka çeşididir. İştirak nafaka artırım davası, velayet hakkı kendisinde bulunan ebeveyn tarafından, diğer ebeveyne karşı açılabilir. 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu md. 329’a göre;
“Küçüğe fiilen bakan ana veya baba, diğerine karşı çocuk adına nafaka davası açabilir.
Ayırt etme gücüne sahip olmayan küçük için gereken hâllerde nafaka davası, atanacak kayyım veya vasi tarafından da açılabilir.
Ayırt etme gücüne sahip olan küçük de nafaka davası açabilir.”
Madde metni açık olmakla birlikte madde gerekçesinde de düzenleme şu şekilde açıklanmıştır:
“Birinci ve ikinci fıkralarda, uygulamadaki duraksamaları da gidermek üzere, küçüğe fiilen
bakan ana veya babanın diğerine karşı çocuk adına nafaka davası açabileceği düzenlenmiş ve ayırt
etme gücüne sahip olmayan küçük için, gereken hallerde ana ve babaya karşı nafaka davasının
kayyım ya da varsa vasi tarafından açabileceği belirtilmiştir.
Üçüncü fıkrada ise, ayırt etme gücü ne sahip küçüğün de herhangi bir izne tabi olmadan tek
başına nafaka davası açabileceği hükme bağlanmaktadır. Çünkü ayırt etme gücüne sahip küçüğün
nafaka istemesi kişiye sıkı sıkıya bağlı bir hakkın kullanılması niteliğindedir ve küçük için önemli
bir malî külfete de yol açmaz.
İştirak Nafakasının Kaynağı Nedir?
İştirak nafakasının kaynağını, aile hukukuna ilişkin olarak anne ve babanın çocuk üzerindeki bakım yükümlülüğü oluşturmaktadır. Türk Medeni Kanunu md. 327 ve 328 hükümlerinde de anne babanın çocuk üzerindeki yükümlülükleri ve bu yükümlülüklerin süresine değinilmiştir.
Anne Babanın Çocuk Üzerindeki Yükümlülükleri;
“Madde 327- Çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderler ana ve baba tarafından karşılanır.
Ana ve baba, yoksul oldukları veya çocuğun özel durumu olağanüstü harcamalar yapılmasını gerektirdiği takdirde ya da olağan dışı herhangi bir sebebin varlığı hâlinde, hâkimin izniyle çocuğun mallarından onun bakım ve eğitimine yetecek belli bir miktar sarfedebilirler.“
Anne-Babanın Bakım Borcunun Süresi;
“Madde 328- Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder.
Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.”
Madde metninden anlaşılacağı üzere, kural olarak anne babanın bakım borcu, çocuk reşit olana kadar, yani 18 yaşını bitirene kadar devam eder. Ancak çocuk, 18 yaşını bitirmesine rağmen okula devam ediyor ise, durum ve koşulları elverdiğince anne baba, çocuğun eğitimi bitene kadar ona bakmakla yükümlüdür.
Yukarıda verilen genel bilgiler ışığında söylenebilir ki, velayet hakkı kendisinde olmayan ve nafaka ödemekle yükümlü olan ebeveynin bu yükümlülüğü, kural olarak çocuk 18 yaşını bitirene kadar devam eder. Ancak belirtildiği üzere çocuğun eğitimi devam ediyorsa, nafaka yükümlülüğü çocuğun eğitim süresince devam edecektir.
NOT: Çocuğun 18 yaşını bitirmeden önce evlenmesi veya mahkeme kararı ile ergin kılınması durumunda, anne babanın yükümlülüğü yine sona erecektir.
Nafaka Artırım Neye Göre Yapılır?
Nafaka artırım ve nafaka miktarının belirlenmesine ilişkin TMK md. 330 hükmünde düzenlemeye yer verilmiştir. Buna göre;
“Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de göz önünde bulundurulur.
Nafaka her ay peşin olarak ödenir.
Hâkim istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.“
Yukarıda belirtildiği üzere iştirak nafakası, mahkeme kararı ile hükmedilen tarihteki çocuğun yaşına göre olan ihtiyaçları, giderleri, anne babanın hayat koşulları ve ekonomik durumu, çocuğun çalışıp çalışmamasına göre belirlenmektedir. Belirtmek gerekir ki, hükmedilen nafaka miktarının enflasyon karşısında değer kaybetmemesi için nafaka talep edenin istemi halinde hakim, hükmettiği nafakanın gelecek yıllarda ÜFE/TÜFE oranında artırılmasına da karar verebilir.
Günümüzde enflasyonda meydana gelen hızlı ve sert yükseliş, hükmedilen nafakaların yetersiz kalmasına yol açabilmektedir. Buna ek olarak, mahkeme kararından sonra tarafların ekonomik durumunda meydana gelen değişim, çocuğun bakım ve ihtiyaçlarındaki artış durumlarında TMK 331. maddesi uyarınca nafaka yükümlüsüne karşı nafaka artırım davası açmak mümkündür.
Nafaka Artırım Davasını Kimler Açabilir?
İştirak nafaka artırım ile ilgili dava, yukarıda belirttiğimiz üzere;
- Velayet hakkı kendisinde bulunan ebeveyn,
- Ayırt etme gücü bulunmayan küçük için kayyım veya varsa vasi,
- Ayırt etme gücü bulunan küçük için küçüğün kendisi tarafından açılabilir.
Nafaka Artırım Davası Kime Karşı Açılır?
İştirak nafaka artırım ile ilgili dava, çocuğun velayeti altında bulunmadığı veya bırakılmadığı ebeveyne karşı açılmaktadır.
Nafaka Davalarında Görevli-Yetkili Mahkeme
İştirak nafaka artırım veya iştirak nafakasına ilişkin diğer davalarda görevli mahkeme, Aile Mahkemeleridir. Eğer yetkili yargı çevresinde Aile Mahkemeleri bulunmuyorsa dava, Aile Mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemelerinde görülecektir.
Boşanma Davası Açılmadan Önce Talep Ediliyorsa; | Boşanma Davası Açıldıktan Sonra Talep Ediliyorsa; |
Bu durumda tedbir nafakası taleplerinde, eşlerden birisinin yerleşim yeri mahkemesi yetkilidir. | Boşanma davasına bakan mahkemeden tedbir nafakası talep edilebilir. |
Tedbir nafakasının kaldırılması veya miktarının değiştirilmesi taleplerinde ise etkili mahkeme tedbir nafakasına hükmeden mahkeme yetkilidir. | Boşanma davası kesinleştikten sonra iştirak nafakasına ilişkin açılacak davalarda yetkili mahkeme 6100 sayılı HMK genel yetki kurallarına göre belirlenecektir. |
İştirak nafaka artırım veya iştirak nafakasına ilişkin diğer davalarda kesin yetkili bir mahkeme bulunmamaktadır. Buna göre yetkili mahkeme, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu çerçevesinde tespit edilecektir.
NAFAKA ARTIRIM DAVASI EMSAL KARARLAR
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2019/117
Karar Numarası: 2019/1153
Karar Tarihi: 07.11.2019
“Taraflar arasındaki “İştirak nafakası” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda Ankara Batı 3. Aile Mahkemesince davanın kısmen kabulüne dair verilen 21.06.2016 tarihli ve 2016/417 E., 2016/513 K. sayılı karar davalı vekilinin temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 24.05.2017 tarihli ve 2016/18369 E., 2017/7940 K. sayılı kararı ile;
“….Davacı vekili dava dilekçesinde; tarafların Sincan 1. Aile Mahkemesi’nin 2011/216 E.-1078 K. ve 17/11/2011 tarihli ilamıyla boşandıklarını, müşterek çocuklar …’in velayetlerinin davacı babaya verildiğini, ancak boşanma kararında nafakaya hükmedilmediğini, müşterek çocukların büyüdüğünü ve masraflarının arttığını, davalının 2011 yılından itibaren sigortalı işte çalıştığını, bugüne kadar çocuklara hiçbir maddi yardımda bulunmadığını, belirterek müşterek çocuklar … için ayrı ayrı aylık 300,00 TL iştirak nafakasına hükmedilmesini, iştirak nafakasına gelecek yıllarda TÜİK’in yayınladığı ÜFE oranında artış yapılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili cevap dilekçesinde; boşanma kararıyla birlikte boşanmada kusurlu olan davacının davalıya ayda 300,00 TL yoksulluk nafakası ödemesine karar verildiğini, 18/04/2014 tarihinde davacının yoksulluk nafakasının kaldırılmasına ilişkin açtığı davanın davalının asgari ücretle çalışıyor olmasının yoksulluğu ortadan kaldırmayacağından aylık 100,00 TL’ye indirilerek devamına karar verildiğini, davalının kesin hüküm ile sabit olan yoksulluğu karşısında davanın reddine karar verilmesini savunmuştur.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne, müşterek çocuklar … için ayrı ayrı aylık 150,00’şer TL iştirak nafakasına hükmedilmesine karar verilmiş, hüküm davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 327/1. maddesinde çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin anne ve baba tarafından karşılanacağı hükme bağlanmıştır. Aynı Yasanın 328/1. maddesi hükmü gereğince ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Küçüğe fiilen bakan ana veya baba, diğerine karşı çocuk adına nafaka davası açabilir (TMK m. 329/1).
Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de göz önünde bulundurulur (TMK m. 330/1).
TMK’nın 331. maddesine göre; durumun değişmesi halinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler.
Tüm bu maddeler doğrultusunda mahkemece iştirak nafakası miktarı belirlenirken; tarafların sosyal ve ekonomik durumları, çocuğun yaşı, eğitimi ve ihtiyaçları göz önünde bulundurulmalıdır.
Hukuk Genel Kurulu’nun 07.06.1998 tarih, 1998/656 E., 688 K. sayılı ilamında; “…yeme, giyinme, barınma, sağlık, ulaşım, kültür (eğitim) gibi bireyin maddi varlığını geliştirmek için zorunlu ve gerekli görülen harcamaları karşılayacak düzeyde geliri olmayanların yoksul kabul edilmesi gerektiği…” vurgulanmıştır.
Hemen belirtmek gerekir ki; Hukuk Genel Kurulu’nun yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu kabul edilmediği gibi asgari ücretin üzerinde gelire sahip olunması da yoksulluk nafakası bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemiştir (HGK 07.10.1998 gün, 1998/2–656 E, 1998/688 K. ; 26.12.2001 gün 2001/2–1158–1185 sayılı ve 01.05.2002 gün 2002/2–397–339 sayılı kararları). Bu durum ancak nafakanın miktarını tayinde etken olarak dikkate alınmalıdır.
Somut olayda; tarafların 17/11/2011 tarihinde boşandıkları ve boşanma ilamı ile birlikte davalı lehine aylık 300,00 TL yoksulluk nafakasına hükmedildiği, davacının 08/04/2014 tarihinde yoksulluk nafakasının kaldırılmasına ilişkin açtığı davada mahkemece verilen kaldırma kararının Yargıtay 3. HD’nin 01/04/2015 tarih ve 2014/18996 E- 2015/5335 K sayılı ilamıyla yoksulluk nafakasında hakkaniyete uygun bir indirim yapılması gerektiği gerekçesiyle bozulduğu, davacının halen yoksulluk nafakası ödemekle yükümlü olduğu görülmüştür. Yapılan yargılama ve toplanan delillerden davalı kadının asgari ücretle çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu durumda kendisi yoksulluk sınırında bulunan ve yoksulluk nafakası alan davalının ortak çocuklar için iştirak nafakasıyla yükümlü tutulması doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Davacı vekili; boşanma davasında velayetleri müvekkiline bırakılan ortak çocukların masraflarının arttığını, annenin çalıştığı hâlde çocuklarına maddi olarak yardım etmediğini belirterek 300,00’er TL iştirak nafakasına ve hükmedilecek nafakaların ÜFE oranında artırılmasına karar verilmesini dava etmiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin yoksulluk nafakası aldığını, nafaka verecek gücünün bulunmadığını, davacının dolgun maaşlı bir işinin, kredisini düzenli ödediği evinin, kaydı başkasının üzerinde olan aracının bulunduğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir.
Yerel mahkemece; tarafların sosyal-ekonomik durumları ve çocukların ihtiyaçları gözetilerek davanın kısmen kabulü ile müşterek çocuklar … için dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ayrı ayrı aylık 150,00’şer TL iştirak nafakalarının gelecek yıllarda ÜFE oranında artırıma tabi tutulmak suretiyle davalıdan tahsiliyle davacıya ödenmesine, fazlaya ilişkin talebin reddine karar verilmiştir.
Hükmün davalı vekili tarafından temyizi üzerine karar, Özel Dairece yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur.
Yerel mahkemece; tarafların dosyaya yansıyan sosyal-ekonomik durumlarına göre asgari ücret düzeyinde sürekli ve düzenli gelir elde ettiklerini son celse imzalı beyanları ile de tasdik ettikleri, bu hâli ile (HMK m. 25.) eşit düzeyde gelir sahibi oldukları, davalının aldığı yoksulluk nafakasının, asgari ücret gelirinin yanında artı bir gelir olmakla birlikte bozma ilamındaki gerekçeleri gözetmek sureti ile aldığı bu nafaka miktarı hesaba katılmadan ortak çocuklar lehine ayrı ayrı aylık 150,00’şer TL (aldığı yoksulluk nafakasına eş değer) iştirak nafakası takdir edildiği, asgari ücret alanları her hâlükârda yoksul kabul ederek nafaka yükümlülüğü dışına taşımanın toplumun yarısını bu sorumluluktan kurtarma ve çocukları sahipsiz bırakma anlamına da geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; somut olayda, asgari ücretle çalışan ve yoksulluk nafakası alan davalı annenin velayetleri davacı babada bulunan ortak çocuklar için iştirak nafakası ödemekle sorumlu tutulup tutulmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Türk Medeni Kanunu’nun 182. maddesi hükmüne göre; velayet kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine (iştirak nafakası) gücü oranında katılmak zorundadır. Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir. Yine aynı Kanunun 327. maddesinde çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı öngörülmüştür.
İştirak nafakası kapsamına çocuğun yiyecek, giyecek, barınma, sağlık, dinlenme, eğitim, öğretim vs. giderleri girmektedir. Durumun değişmesi hâlinde hâkim istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya kaldırır (TMK m. 331). Zira anılan Kanunun 350. maddesinin 1. fıkrasına göre velayetin kaldırılması hâlinde bile ana ve babanın çocuklarının bakım ve eğitim giderlerini karşılama yükümlülükleri devam eder.
Ayrıca Türk Medeni Kanunu’nun 328. maddesinde; “Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder. Çocuk ergin olduğu halde eğitimi devam ediyorsa, ana ve baba durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlüdürler.” hükmü yer almaktadır.
Ana babanın bakım yükümlülüğünün doğal sonucu olan iştirak nafakası, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir ve hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak nafakasına hükmetmelidir.
İştirak nafakasının miktarının nasıl belirleneceği ise 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun “Nafaka miktarının takdiri” başlıklı 330. maddesinde; “Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de göz önünde bulundurulur. Nafaka her ay peşin olarak ödenir. Hâkim istem hâlinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir” şeklinde düzenlenmiştir.
Yasal düzenlemeler dikkate alındığında; iştirak nafakasının miktarı çocuğun yaşı, eğitimi, ihtiyaçları ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları dikkate alınarak belirlenmelidir.
Diğer yandan Yargıtay’ın yerleşik kararlarında “asgari ücret seviyesinde gelire sahip olunması” yoksulluk nafakasının bağlanmasını olanaksız kılan bir olgu olarak kabul edilmemektedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 26.12.2001 tarih ve 2001/2-1158 E., 1185 K; 01.08.2002 tarih ve 2002/2-397 E., 339 K.; 28.02.2007 tarih ve 2007/3-84 E., 95 K.; 16.05.2007 tarih ve 2007/2-275 E., 275 K.; 11.03.2009 tarih ve 2009/2-73 E, 2009/118 K.; 13.05.2009 tarih ve 2009/3-165 E., 2009/186 K.; 04.05.2011 tarih ve 2011/2-155 E., 2011/278 K. sayılı kararları). Asgari ücret seviyesinde gelir elde edilmesi yoksulluk nafakası bağlanmasına engel değilse de bu durumun nafaka miktarının tespitinde esas alınacağı da unutulmamalıdır.
Bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında; tarafların 15.02.2012 tarihinde kesinleşen kararla boşandıkları, boşanma kararında ortak çocukların velayetinin davacıya bırakıldığı ve davalı lehine 300,00TL yoksulluk nafakasına hükmedildiği, davacı tarafından açılan yoksulluk nafakasının kaldırılması davasında (Ankara 7. Aile Mahkemesi 2015/531 E., 2015/946 K. ve 19.11.2015 tarih ) mahkemece davanın kabulüne karar verilerek davalı lehine hükmedilen yoksulluk nafakasının kaldırılmasına karar verildiği, hükmün davalı tarafından temyizi üzerine Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 01.04.2015 tarihli kararı ile asgari ücretin yoksulluğu ortadan kaldırmayacağı, sadece nafakanın miktarında bir indirim yapılması gerektiği, bu sebeplerle hakkaniyete uygun miktarda yoksulluk nafakasına hükmedilmesi gerektiği yönünde bozulmasına karar verildiği, mahkemece bozma kararına uyularak 300,00TL yoksulluk nafakasının 100,00TL’ye indirilmesine hükmedildiği, davalının hâlen yoksulluk nafakası aldığı ve asgari ücretle çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu nedenlerle yoksulluk nafakası alan ve yoksulluk sınırında bulunan davalı aleyhine ortak çocuklar için iştirak nafakasına hükmedilmesi yasal düzenlemelere ve hukuk kaidelerine aykırıdır.
Dava tarihi 28.04.2016 olduğu hâlde, gerekçeli karar başlığında 07.08.2017 olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir maddi hata niteliğinde bulunduğundan bu husus ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında; tarafların ekonomik ve sosyal durumlarının benzer olduğu, ayrıca davacının ortak çocuklara da baktığı, davalının da nafaka ödeme yükümlülüğü bulunduğu, açıklanan sebeplerle yerel mahkemece verilen direnme kararının doğru olduğu, ancak hükmedilen nafakaların miktarına yönelik inceleme yapılmak üzere dosyanın daireye gönderilmesi gerektiği görüşü ileri sürülmüş ise de, bu görüş yukarıda açıklanan sebeplerle Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.
O hâlde, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesine göre uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek hâlinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, aynı Kanunun 440-III/1. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 07.11.2019 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY
Dava, iştirak nafakası istemine yöneliktir.
Davacı vekili; boşanma davasında velayetleri müvekkiline bırakılan ortak çocukların masraflarının arttığını, davalı annenin çalışmaya başladığı için mali ve sosyal durumunun iyileştiğini, ancak çalıştığı hâlde çocuklarına maddi olarak yardım etmediğini belirterek 300,00’er TL iştirak nafakasına ve hükmedilecek nafakaların ÜFE oranında artırılmasına karar verilmesini dava ve talep etmiştir.
Davalı vekili; müvekkilinin yoksulluk nafakası aldığını ve nafaka verecek gücünün bulunmadığını belirterek davanın reddini savunmuştur.
Mahkemece; tarafların sosyal ve ekonomik durumları, çocukların ihtiyaçları gözetilerek davanın kısmen kabulü ile müşterek çocuklar … için dava tarihinden itibaren geçerli olmak üzere ayrı ayrı aylık 150,00’şer TL iştirak nafakalarının gelecek yıllarda ÜFE oranında artırıma tabi tutulmak suretiyle davalıdan tahsiliyle davacıya ödenmesine dair verilen karar davalı vekili tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay 3. Hukuk Dairesince; “…Yapılan yargılama ve toplanan delillerden davalı kadının asgari ücretle çalıştığı anlaşılmaktadır. Bu durumda kendisi yoksulluk sınırında bulunan ve yoksulluk nafakası alan davalının ortak çocuklar için iştirak nafakasıyla yükümlü tutulması doğru değildir. Hüküm bu nedenle bozulmalıdır.” gerekçesiyle bozulmuştur.
Bozma üzerine mahkemece; tarafların asgari ücret düzeyinde sürekli ve düzenli gelir elde ettikleri ve eşit düzeyde gelir sahibi oldukları, davalının aldığı yoksulluk nafakasının, asgari ücret gelirinin yanında artı bir gelir olduğu, asgari ücret alanları her halükârda yoksul kabul ederek nafaka yükümlülüğü dışına taşımanın toplumun yarısını bu sorumluluktan kurtarma ve çocukları sahipsiz bırakma anlamına da geleceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararının davalı vekili tarafından temyizi üzerine Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşme sonunda, direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı bozulmasına karar verilmiş olup, sayın çoğunluğun bu görüşüne katılmıyoruz.
Şöyle ki;
Taraflar arasında görülen çekişmeli boşanma davası (Sincan 1. Aile Mahkemesi, 2011/216 E., 2011/1078 K. ve 17.11.2011 tarih) kanun yoluna başvurulmaksızın 15.02.2012 tarihinde kesinleşmiş olup, kesinleşen boşanma kararı ile ortak çocuklar …’in velayeti davacı babaya bırakılmış, davalı lehine de 300,00TL yoksulluk nafakasına hükmedilmiştir. Davacı tarafından açılan yoksulluk nafakasının kaldırılması davası (Ankara 7. Aile Mahkemesi 2015/531 E., 2015/946 K. ve 19.11.2015 tarih ) sonucunda ise 300,00TL olan yoksulluk nafakasının 100,00TL’ye indirilmesine karar verilmiştir.
Türk Medeni Kanunu’nun 175. maddesinde yer alan “Yoksulluk Nafakası”; boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek tarafa, kusuru daha ağır olmamak koşuluyla geçimi için öngörülen ve diğer tarafın malî gücü oranında hükmedilen nafakadır.
Yine anılan Kanunda yer alan 182. madde hükmüne göre; velayet kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine (iştirak nafakası) gücü oranında katılmak zorundadır. Hâkim, istem hâlinde irat biçiminde ödenmesine karar verilen bu giderlerin gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir.
İştirak ve yoksulluk nafakaları uyuşmazlığa ve somut olayın özelliklerine göre ayrı ayrı değerlendirilmelidir. Kamu düzenine ilişkin olan ve temelinde ana-babanın bakım borcunun bulunduğu iştirak nafakası çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderleri kapsamaktadır. Ana ve babanın bakım borcu, çocuğun ergin olmasına kadar devam eder (TMK m. 328). Hâkim tarafından hükmedilecek iştirak nafakasının miktarının tayininde çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınacaktır (TMK m. 330). Ayrıca durumun değişmesi hâlinde hâkim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır (TMK m. 331).
Bu durumda somut olayda; tarafların asgari ücret düzeyinde sürekli ve düzenli gelir elde ettikleri, ekonomik ve sosyal durumlarının benzer olduğu, davacının 28.02.2012 tarihinde yeniden evlendiği ve bu evlilikten de bir çocuğunun olduğu anlaşılmaktadır. Yasal düzenlemeler, iştirak nafakasının amacı ve niteliği de gözetildiğinde davalı annenin de ödeme gücü oranında ortak çocukların bakım ve eğitim giderlerine katkıda bulunması zorunludur. Mahkemece de tarafların sosyal ve ekonomik durumları, ortak çocukların yaşı, eğitim ve bakım giderleri dikkate alınarak hakkaniyet ölçüsünde ortak çocuklar lehine iştirak nafakasına hükmedildiğinden direnme kararının doğru olduğu, ancak hükmedilen nafakaların miktarına yönelik inceleme yapılmak üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerektiği düşüncesiyle, sayın çoğunluğun aksi yöndeki bozma kararına katılmıyoruz.”
YARGITAY HUKUK GENEL KURULU
Esas Numarası: 2017/1513
Karar Numarası: 2019/1182
Karar Tarihi: 14.11.2019
“Taraflar arasındaki “nafaka” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; İstanbul Anadolu 13. Aile Mahkemesince asıl davanın kısmen kabulüne, birleşen davanın reddine dair verilen 23.09.2014 tarihli ve 2013/787 E. ve 2014/608 K. sayılı karar davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine, Yargıtay 3. Hukuk Dairesinin 22.06.2015 tarihli ve 2014/22084 E., 2015/11488 K. sayılı kararı ile:
“…Davacı vekili, dava dilekçesi ile tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, davacının o dönemde 10.000.-TL (brüt) maaş aldığını, iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona erdiğini, kendi işini kurmak üzere girişimlerde bulunduğunu, davacının yeniden evlendiğini, nafakayı da eşinden aldığı borç ile ödeyebildiğini, şartlarının değiştiğini, geçim sıkıntısı çektiğini ileri sürerek iştirak nafakasının aylık 3.500.00.- TL den aylık 1.500.00.- TL ye indirilmesine ve % 20 artış oranının değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, cevap dilekçesi ile davanın reddini istemiş, bu dava ile birleştirilen dava dilekçesi ile de iştirak nafakasının 1.500.00.- TL daha artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Mahkemece davanın kısmen kabulüne, iştirak nafakasının aylık 2.000.00.- TL ye indirilmesine, nafakanın her yıl tefe ve tüfe ortalaması oranında artırılmasına, birleşen davanın reddine karar verilmiş, hüküm davalı-birleşen davanın davacısı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle delillerin takdirinde bir isabetsizlik görülmemesine göre, sair temyiz itirazları yerinde değildir.
TMK.nun 182. maddesine göre; boşanma kararı ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eş, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılmak zorundadır.
TMK.nun 330.maddesindeki düzenleme ise; nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçlerine göre belirlenir, şeklindedir.
TMK’nun 331.maddesi uyarınca da; durumun değişmesi halinde hakim, nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırabilir.
Nafaka iradı, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile, indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir. Ancak, sözleşme ile kararlaştırılmış ve hakim tarafından onaylanmış olan iradın, yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemek hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arzeder. Bunun gibi, sırf boşanmayı sağlayabilmek için, bilerek ve isteyerek mali gücünün üzerinde bir yükümlülüğü üstlenen ya da karşı tarafın mali durumunun iyi olduğunu ve geçinmek için nafakaya ihtiyacı olmadığını bilen kişinin, sonradan bu yükümlülüğün kaldırılması veya azaltılması yönünde talepte bulunması da iyiniyet ve sözleşmeye bağlılık ilkeleri ile bağdaşmaz.
Ancak, TBK’nun 26, 27.maddelerine(Borçlar Kanununun 19 ve 20. maddelerine) aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge, umulmadık gelişmeler yüzünden sonradan bozulacak olursa, sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca, beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet, yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla bağlı kalmaları beklenemiyorsa, sözleşmeye hakimin müdahalesi gerekebilir.
Somut olayda; tarafların, 05/01/2012 tarihinde açılan dava ile anlaşmalı olarak 02/02/2012 tarihli karar ile boşandıkları ,boşanma protokolünde velayetin anneye bırakıldığı, 3.500.00.- TL iştirak nafakası ve her yıl % 20 artış oranı uygulanmasının kabul edildiği ,kararın 27/02/2012 tarihinde kesinleştiği; ortak çocuğun, 11/11/2008 doğumlu olduğu; ekonomik sosyal durum araştırma yazılarına verilen cevaplardan, annenin su altı sporları federasyonu dış ilişkiler şefi olduğu, 2.500.00.- TL maaş aldığı, 1.100.00.- TL kira ödediği, babanın ise 01/02/2013 tarihinde işvereni ile ikale sözleşmesi yaparak kendi isteği ile iş sözleşmesini sonlandırdığı, 17.916.66.- TL toplu ödeme aldığı, halen serbest danışmanlık yaptığı, evlendiği, eşinin yakınının evinde kaldığı, paylı dairesinin olduğu,ortak çocuğun özel okula gittiği anlaşılmaktadır.
Bu durumda, mahkemece; yukarıda açıklanan esaslar çerçevesinde olay değerlendirilip; boşanma kararından sonra davacının mal varlığında ve gelirinde bir azalma olmadığı, kendi isteği ile işvereni ile ikale sözleşmesi imzalayarak iş sözleşmesine son verdiği, kendi işini kurduğu, protokol ile belirlenen iştirak nafakasının azaltılması için yasal bir neden bulunmadığı gibi hakkaniyetin de bunu gerektirmediği, başlangıçtaki dengenin gözetilmesi gerektiği sonucuna varılarak, davanın reddine karar verilmesi gerekirken; yanılgılı değerlendirme ve yasal olmayan gerekçeler ile, iştirak nafakasının azaltılmasına dair karar verilmesi doğru görülmemiş, bozmayı gerektirmiştir…”
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki belgeler okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Asıl dava, iştirak nafakasının azaltılması ve artış oranının indirilmesi; birleşen dava ise iştirak nafakasının arttırılması istemlerine ilişkindir.
Davacı-birleşen davada davalı vekili, tarafların anlaşmalı olarak boşandıklarını, protokolde 3.500TL iştirak nafakasının ödenmesi ve nafaka bedelinin bir sonraki yıl aynı tarihte başlatılmak üzere her yıl için %20 oranında zam uygulanarak arttırılacağının kararlaştırıldığını, müvekkilinin o dönemde 10.000TL (brüt) maaş aldığını, iş sözleşmesinin ikale yolu ile sona erdirdiğini ve kendi işini kurmak üzere girişimlerde bulunduğunu, ayrıca müvekkilinin yeniden evlendiğini ve nafakayı eşinden aldığı borç ile ödeyebildiğini, şartlar değiştiğinden müvekkilinin geçim sıkıntısı çektiğini ileri sürerek, iştirak nafakasının hâlen aylık 4.200TL’den 1.500TL’ye indirilmesine ve protokolde öngörülen %20 artış oranının TEFE+ÜFE oranı olarak değiştirilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiş; birleşen davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
Davalı-birleşen davada davacı vekili, taraflar arasında imzalanan protokol esas alındığında iştirak nafakasının indirilmesinin istenemeyeceğini savunarak asıl davanın reddine karar verilmesini istemiş; birleşen davada ise protokolde öngörülen iştirak nafakasının 1.500TL daha artırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Yerel mahkemece, protokoldeki nafaka ve artış oranı ile ilgili küçüğün ihtiyaçları ile TMK’nın 182. maddesindeki eşlerin birlikte katkıda bulunmaları ile ilgili düzenleme değerlendirildiğinde, 11.11.2008 doğumlu çocuğun yıllığı 15.000TL olan okul giderlerinin dışında diğer ihtiyaçları da göz önüne alındığında, yıllık 50.000TL civarında tutan nafaka miktarının hakkaniyete uygun olmadığı, protokolde her ne kadar nafaka ile ilgili değişiklik hakkında dava açılamayacağı kararlaştırılmış ise de, doğmamış bir dava hakkından feragatin hukuken sonuç doğurmayacağı gerekçesiyle, dava tarihinden geçerli olmak üzere iştirak nafakasının aylık 2.000TL’ye indirilmesine, kararın kesinleştiği tarih dönem başlangıç tarihi kabul edilerek nafakanın her yıl TÜİK tarafından açıklanan ve davacının talebinde belirttiği (TEFE+ÜFE) ortalaması oranında artırılmasına, nafaka indiriminin 01.02.2013 tarihinden geçerli olmasına dair talep ile birleşen davanın reddine karar verilmiştir.
Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyizi üzerine karar, yukarıda başlık bölümünde gösterilen nedenlerle bozulmuştur.
Mahkemece, önceki gerekçeler yanında, her ne kadar nafaka borçlusu baba işinden kendi isteği ile ayrılmış ise de, daha sonraki işinde hesap edilen muhtemel nafaka rakamlarını ödeyebileceğine dair mali durumunda bir düzelme görülmediği, işten ayrılma ile alınan toplu paranın 17.916.66TL olduğu, ekonomik koşullar ve iş dünyasındaki konjonktürel değişimlerin aylık gelirlerde değişkenliğin kabulünü gerektirdiği, 2012 yılındaki kabul edilen rakam dava tarihi itibariyle nafaka borçlusunu ekonomik açıdan zorlamayacağı, yıllık %20 artışlar ile nafakanın gelecek yıllar için çekilmez hâle geleceğinin kabulünün gerektiği ve davacının bu artışları karşılayabilecek gücü olduğunun kabulünü gerektirir bir delilin bulunmadığı, nafaka çekilmez hâle geldiği gibi yalnızca %20’lik artış oranının ilerde davacının ekonomik mahvına sebebiyet verebileceği gerekçesiyle direnme kararı verilmiştir.
Direnme kararı, davalı-birleşen davada davacı vekilince temyiz edilmiştir.
Direnme yoluyla Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık, asıl dava bakımından taraflar arasında imzalanan boşanma protokolünde belirlenen iştirak nafakasının ve artırım oranının azaltılması şartlarının oluşup oluşmadığı noktasında toplanmaktadır.
Davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının ayrı ayrı ele alınmasında yarar vardır.
I) İştirak nafakasının azaltılmasına ilişkin temyiz itirazları bakımından:
Uyuşmazlığın çözümü için konu ile ilgili yasal düzenleme ve kavramların kısaca açıklanmasında yarar vardır.
4721 sayılı Türk Medeni Kanunu (TMK)’nun 182/2. maddesi ile velayetin kullanılması kendisine verilmeyen eşin, çocuğun bakım ve eğitim giderlerine gücü oranında katılması esası kabul edilmiş; 327. maddesinde de çocuğun bakımı, eğitimi ve korunması için gerekli giderlerin ana ve baba tarafından karşılanacağı öngörülmüştür.
Anılan Kanun’un 328. maddesinde ise ana ve babanın bakım borcunun, çocuğun ergin olmasına kadar devam edeceği, çocuk ergin olduğu hâlde eğitimi devam ediyorsa, ana ve babanın durum ve koşullara göre kendilerinden beklenebilecek ölçüde olmak üzere, eğitimi sona erinceye kadar çocuğa bakmakla yükümlü oldukları düzenlemesine yer verilmiştir.
Ana babanın bakım yükümünün doğal sonucu olan iştirak nafakası ise, çocuğun korunmasına yönelik olup, kamu düzenine ilişkindir ve hâkim talep bulunmasa dahi kendiliğinden iştirak nafakasına hükmetmelidir.
İştirak nafakasının miktarının nasıl belirleneceği ise 4721 sayılı Kanun’un “Nafaka miktarının takdiri” başlıklı 330. maddesinde;
“Nafaka miktarı, çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri dikkate alınarak belirlenir. Nafaka miktarının belirlenmesinde çocuğun gelirleri de göz önünde bulundurulur.
Nafaka her ay peşin olarak ödenir.
Hakim istem halinde, irat biçiminde ödenmesine karar verilen nafakanın gelecek yıllarda tarafların sosyal ve ekonomik durumlarına göre ne miktarda ödeneceğini karara bağlayabilir”
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bunun yanında iştirak nafakası miktarının yeniden belirlenmesi de mümkündür.
Nitekim TMK’nın “Durumun değişmesi” başlıklı 331. maddesi;
“Durumun değişmesi halinde hakim, istem üzerine nafaka miktarını yeniden belirler veya nafakayı kaldırır”.
Hükmünü taşımaktadır.
Buna göre hâkim ana baba veya çocuğun durumlarının değişmesine bağlı olarak iştirak nafakasının miktarını artırabilir, azaltabilir veya kaldırabilir.
Görüldüğü üzere, iştirak nafakası miktarının çocuğun ihtiyaçları ile ana ve babanın hayat koşulları ve ödeme güçleri; diğer bir ifade ile tarafların ekonomik ve sosyal durumları gözetilerek belirlenmesi gerekmektedir.
Nafaka, tarafların yaptıkları sözleşmeye dayansa bile indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir. Ancak, sözleşme ile kararlaştırılmış ve hâkim tarafından onaylanmış olan nafakanın yasada aranan şartlar gerçekleşmeden tamamen kaldırılmasını ya da indirilmesini istemek hakkın kötüye kullanılması mahiyetini arz eder.
Ayrıca, Mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 19. (6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu (TBK) 26) ve 20. (TBK 27.) maddelerine aykırı bulunmayan karşılıklı sözleşmelerde, edimler arasındaki denge umulmadık gelişmeler yüzünden bozulacak olursa sözleşme koşulları değişen koşullara uyarlanır. Buna göre, sözleşenlerin eğer gelişmeleri baştan kestirebilselerdi, sözleşmeyi bambaşka koşullarla kurmuş olacakları söylenebiliyorsa, ayrıca beklenmeyen gelişme yüzünden sözleşmeye baştan kararlaştırılmış koşullarla olduğu gibi katlanmak taraflardan biri için özveri sınırının aşılması anlamına geliyorsa, nihayet yasal ve sözleşmesel risk dağılımı çerçevesinde taraflardan sözleşmeye baştan kararlaştırmış koşullarla bağlı kalmaları beklenmiyorsa, sözleşmeye hâkimin müdahalesi gündeme gelir.
Yukarıda açıklanan ilkeler çerçevesinde somut olaya gelindiğinde, davacı genel müdür yardımcısı olarak görev yaptığı şirketten kendi iradesiyle iş sözleşmesini 01.02.2013 tarihi itibariyle sona erdirip, kendi işini kurduğu ve mali durumunda bir bozulma olmadığı anlaşılmaktadır. Buna göre tarafların gerçekleşen sosyal ve ekonomik durumları, nafakanın niteliği ve özellikle küçüğün yaşı ile eğitim düzeyi gözetildiğinde müşterek çocuk için hâlen ödenmekte olan 4.200TL iştirak nafakası uygundur.
Diğer taraftan, gerekçeli karar başlığında dava tarihi 25.10.2013 olduğu hâlde 10.03.2016 olarak gösterilmesine ilişkin yanlışlık, mahallinde düzeltilebilir nitelikte bulunduğundan ayrıca bozma nedeni yapılmamıştır.
Hâl böyle olunca yukarıda açıklanan sebeplerle, Hukuk Genel Kurulunca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uymak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.
Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.
II) İştirak nafakasının gelecek yıllardaki artış oranına ilişkin karara yönelik temyiz itirazları bakımından:
Nafaka, nafaka yükümlüsünü cezalandırıcı bir nitelik taşımamalıdır. Taraflar arasında düzenlenen boşanma protokolünde kararlaştırılan iştirak nafakasının her yıl %20 oranında artırılmasına ilişkin hüküm; bir tarafın zenginleşmesine, diğer tarafın ise fakirleşmesine yol açacak niteliktedir. “Hâkim; insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevirmeden ve katı kalıplar içinde sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır” (Yargıtay 1.H.D. 31.12.1976 tarih ve 1976/9370 E- 13138 K. sayılı ilamı ). Bu sebeple, dava tarihinden sonraki dönemler için yıllık artış oranının ÜFE-TEFE’ye göre belirlenmesi, 4721 sayılı TMK’nın 4. maddesi gereğince hakkaniyete daha uygundur.
Tüm bu nedenlerle yerel mahkemenin yazılı şekilde karar vermesinde bir isabetsizlik görülmediğinden usul ve yasaya uygun direnme kararının onanması gerekmiştir.
SONUÇ: 1-Yukarıda (I) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen nedenlerle 6217 sayılı Kanun’un 30. maddesi ile 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun geçici 3. maddesi atfıyla uygulanmakta olan 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA,
2-Yukarıda (II) nolu bentte açıklanan nedenlerle davalı-birleşen davada davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA, aynı Kanun’un 440. maddesine göre kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere 14.11.2019 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”
Nafaka artırım davasına ilişkin genel hususlara yukarıda değinilmiştir. Nafaka artırım davası, bu yazımızda iştirak nafakasına özgü olarak incelenmiş olup, diğer türlerde nafaka artırım davası bazı özel şartlara tabi olabilmektedir. Bunlarla ilgili olarak nafaka artırım davalarına daha sonra değinilecektir.
ESKİŞEHİR AVUKAT CANSU ÖNÇLER UYANIK