Arabuluculuk tutanağının iptali konusunu açıklamadan önce, arabuluculuk tutanağının ve anlaşma belgesinin niteliklerine değinmek gerekir.
Arabuluculuk Nedir?
6325 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle birlikte arabuluculuk, alternatif uyuşmazlık çözüm yollarından biri haline gelmiştir. Arabuluculuğa başvuru kural olarak ihtiyaridir. Ancak çeşitli kanuni düzenlemelerle birlikte birçok uyuşmazlık için dava şartı olmuştur. Zorunlu arabuluculuk hallerine önceki yazımızda değinmiştik. O nedenle bu yazıda detaylarına tekrar değinmeyeceğiz.
Arabuluculuk Tutanağının Niteliği
1- Arabuluculuk Tutanağının İlam Niteliği
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanununun md.18 hükmü;
“…2) Taraflar arabuluculuk faaliyeti sonunda bir anlaşmaya varırlarsa, bu anlaşma belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesini talep edebilirler. Dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulmuşsa, anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesi, arabulucunun görev yaptığı yer sulh hukuk mahkemesinden talep edilebilir. Davanın görülmesi sırasında arabuluculuğa başvurulması durumunda ise anlaşmanın icra edilebilirliğine ilişkin şerh verilmesi, davanın görüldüğü mahkemeden talep edilebilir. Bu şerhi içeren anlaşma, ilam niteliğinde belge sayılır.
(3) İcra edilebilirlik şerhinin verilmesi, çekişmesiz yargı işidir ve buna ilişkin inceleme dosya üzerinden yapılır. Ancak arabuluculuğa elverişli olan aile hukukuna ilişkin uyuşmazlıklarda inceleme duruşmalı olarak yapılır. Bu incelemenin kapsamı anlaşmanın içeriğinin arabuluculuğa ve cebri icraya elverişli olup olmadığı hususlarıyla sınırlıdır. Anlaşma belgesine icra edilebilirlik şerhi verilmesi için mahkemeye yapılacak olan başvuru ile bunun üzerine verilecek kararlara karşı ilgili tarafından istinaf yoluna gidilmesi hâlinde, maktu harç alınır. Taraflar anlaşma belgesini icra edilebilirlik şerhi verdirmeden başka bir resmî işlemde kullanmak isterlerse, damga vergisi de maktu olarak alınır.
(4) (Ek: 12/10/2017-7036/35 md.) Kanunlarda icra edilebilirlik şerhi alınmasının zorunlu kılındığı haller hariç, taraflar ve avukatları ile arabulucunun, ticari uyuşmazlıklar bakımından ise avukatlar ile arabulucunun birlikte imzaladıkları anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilam niteliğinde belge sayılır.“
hükmünde belirtildiği üzere, tarafların arabuluculuk sürecinde anlaşma sağlaması üzerine düzenlenen anlaşma belgesi, ilam niteliğinde belgedir. Ancak kanunda belirtilen bazı uyuşmazlıklarda anlaşma belgesinin işletilebilmesi için icra edilebilirlik şerhi almak zorunludur.
1-a. İcra edilebilirlik şerhi alınması gereken anlaşma konuları
Kural olarak ihtiyari arabuluculuk sürecinde anlaşma belgesi düzenlenmesi halinde icra edilebilirlik şerhi almak zorunlu değildir. Ancak kanunun zorunlu kıldığı uyuşmazlık konuları dışında, taraflar ve avukatları ile arabulucunun imzaladığı belge, icra edilebilirlik şerhi alınmaksızın ilam niteliğindedir. Ticari uyuşmazlıklarda ise, tarafların imzası aranmaksızın taraf avukatları ile arabulucunun imzası yeterlidir.
Dava şartı arabuluculuk sürecinde 6325 sayılı Kanun md.18/B uyarınca;
- Kiralanan taşınmazların 2004 sayılı Kanuna göre ilamsız icra yoluyla tahliyesine ilişkin hükümler hariç olmak üzere, kira ilişkisinden kaynaklanan uyuşmazlıklar,
- Taşınır ve taşınmazların paylaştırılmasına ve ortaklığın giderilmesine ilişkin uyuşmazlıklar,
- 23/6/1965 tarihli ve 634 sayılı Kat Mülkiyeti Kanunundan kaynaklanan uyuşmazlıklar,
- Komşu hakkından kaynaklanan uyuşmazlıklara ilişkin anlaşma belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerhin almak zorunludur.
Taşınmazın devrine veya taşınmaz üzerinde sınırlı ayni hak kurulmasına ilişkin uyuşmazlıklarda zorunlu arabuluculuk sürecinde anlaşma sağlanması halinde, anlaşma belgesinin icra edilebilirliğine ilişkin şerhin alınması zorunludur.
7282 sayılı Arabuluculuk Sonucunda Yapılan Milletlerarası Sulh Anlaşmaları Hakkında Birleşmiş Milletler Konvansiyonunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanunla kabul edilen Sözleşme kapsamında arabuluculuk sonucu düzenlenen sulh anlaşma belgelerinin yerine getirilmesi için icra edilebilirlik şerhinin asliye ticaret mahkemesinden alınması zorunludur.
2- Arabuluculuk Tutanağının Delil Niteliği
Arabuluculuk süreci, dava sürecinden farklı olarak gizlilik ilkesine tabidir. Buna göre taraflarca aksi kararlaştırılmadıkça arabulucu, taraflar ve görüşmelere katılan diğer kişiler arabuluculuk faaliyeti çerçevesinde sunulan veya diğer bir şekilde elde edilen bilgi ve belgeler ile diğer kayıtları gizli tutmakla yükümlüdür. Ancak taraflar anlaşarak gizlilik ilkesini bertaraf edebilir. Ayrıca arabulucu, taraflar ve toplantıya katılan üçüncü kişiler, arabuluculuk sürecinde edindikleri bilgileri bir kanun hükmü tarafından emredildiği veya arabuluculuk süreci sonunda varılan anlaşmanın uygulanması ve icrası için gerekli olduğu ölçüde açıklayabilir.
Gizlilik ilkesinin bir yansıması olarak taraflar, arabuluculuk sürecinde edinilen bilgi/belgeleri dava sürecinde delil olarak kullanamazlar. 6325 sayılı Kanuna göre delil olarak ileri sürülemeyen hususlar;
- Taraflarca yapılan arabuluculuk daveti veya bir tarafın arabuluculuk faaliyetine katılma isteği,
- Uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile sona erdirilmesi için taraflarca ileri sürülen görüşler ve teklifler,
- Arabuluculuk faaliyeti esnasında, taraflarca ileri sürülen öneriler veya herhangi bir vakıa/iddianın kabulü,
- Sadece arabuluculuk faaliyeti dolayısıyla hazırlanan belgelerdir.
Gizlilik ilkesine ilişkin bu kural, beyan veya belgenin şekline bakılmaksızın uygulanır. Arabuluculuk sürecinde edinilen bilgilerin açıklanması mahkeme, hakem veya herhangi bir idari makam tarafından istenemez. Bu beyan veya belgeler, delil olarak sunulmuş olsa dahi hükme esas alınamaz. Ancak, hukuk davası ve tahkimde ileri sürülebilen deliller, sadece arabuluculukta sunulmaları sebebiyle kabul edilemeyecek deliller haline gelmez.
3- Arabuluculuk Tutanağının Hukuki Niteliği
Arabuluculuk süreci, tarafların eşitlik ilkesi çerçevesinde serbest iradelerine bağlı olarak gönüllülük esası ile yürüttüğü bir süreçtir. Bu nedenle arabuluculuk sonunda düzenlenen anlaşma belgesini, tarafsız üçüncü kişi önünde düzenlenmiş, borçlar hukuku anlamında bir sözleşme olarak düşünmek yanlış olmayacaktır. Nitekim Türk Borçlar Kanununa göre sözleşme, tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamalarıyla kurulur.
Arabuluculuk Tutanağının İptali
Yukarıda belirtildiği üzere arabuluculuk anlaşma belgesi, borçlar hukuku kapsamında bir sözleşmedir. 6325 sayılı Kanunda özel hüküm bulunmadığından, anlaşma belgesinin iptali TBK’nin sözleşme hükümlerine göre değerlendirilecektir. Türk Borçlar Kanuna göre sözleşmenin iptali, kanunun emredici hükümlerine aykırılık veya irade sakatlığı hallerinden birinin varlığı halinde mümkündür.
İrade Sakatlığı Halleri
1- Yanılma
TBK md.30 uyarınca sözleşme kurulurken esaslı yanılmaya düşen taraf, sözleşme ile bağlı olmaz.
Açıklamada Yanılma
Özellikle aşağıda sayılan yanılma hâlleri esaslıdır:
- Yanılan, kurulmasını istediği sözleşmeden başka bir sözleşme için iradesini açıklamışsa.
- Yanılan, istediğinden başka bir konu için iradesini açıklamışsa.
- Yanılan, sözleşme yapma iradesini, gerçekte sözleşme yapmak istediği kişiden başkasına açıklamışsa.
- Yanılan, sözleşmeyi yaparken belirli nitelikleri olan bir kişiyi dikkate almasına karşın başka bir kişi için iradesini açıklamışsa.
- Yanılan, gerçekte üstlenmek istediğinden önemli ölçüde fazla bir edim için veya gerçekte istediğinden önemli ölçüde az bir karşı edim için iradesini açıklamışsa.
Saikte Yanılma
Saikte yanılma, esaslı yanılma sayılmaz. Yanılanın, yanıldığı saiki sözleşmenin temeli sayması ve bunun da iş ilişkilerinde geçerli dürüstlük kurallarına uygun olması hâlinde yanılma esaslı sayılır. Ancak bu durumun karşı tarafça da bilinebilir olması gerekir.
İletmede Yanılma
Sözleşmenin kurulmasına yönelik iradenin haberci veya çevirmen gibi bir aracı ya da bir araç tarafından yanlış iletilmiş olması hâlinde de yanılma hükümleri uygulanır.
Yanılan, yanıldığını dürüstlük kurallarına aykırı olarak ileri süremez. Özellikle diğer tarafın, anlaşma belgesinin yanılanın kastettiği anlamda kurulmasına razı olduğunu bildirmesi durumunda, anlaşma belgesi bu anlamda kurulmuş sayılır.
Yanılan, yanılmasında kusurlu ise, anlaşma belgesinin hükümsüzlüğünden doğan zararı gidermekle yükümlüdür. Ancak, diğer taraf yanılmayı biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, tazminat istenemez.
2- Aldatma
Taraflardan biri, diğerinin aldatması sonucu bir anlaşma belgesini imzalamışsa, yanılması esaslı olmasa bile, sözleşmeyle bağlı değildir. Üçüncü bir kişinin aldatması sonucu anlaşmayı kabul eden yapan taraf, sözleşmenin yapıldığı sırada karşı tarafın aldatmayı bilmesi/bilecek durumda olması halinde, anlaşma belgesiyle bağlı değildir.
3- Korkutma
Taraflardan biri, diğerinin/üçüncü bir kişinin korkutması sonucu bir anlaşma yapmışsa, yapılan anlaşma belgesiyle bağlı değildir.
Korkutan bir üçüncü kişi olup da diğer taraf korkutmayı bilmiyorsa veya bilecek durumda değilse, anlaşma belgesiyle bağlı kalmak istemeyen korkutulan, hakkaniyet gerektiriyorsa, diğer tarafa tazminat ödemekle yükümlüdür.
Koşulları
Korkutulan, içinde bulunduğu durum bakımından kendisinin veya yakınlarından birinin kişilik haklarına ya da malvarlığına yönelik ağır ve yakın bir zarar tehlikesinin doğduğuna inanmakta haklı ise, korkutma gerçekleşmiş sayılır.
Bir hakkın veya kanundan doğan bir yetkinin kullanılacağı korkutmasıyla anlaşma yapıldığında, bu hakkı veya yetkiyi kullanacağını açıklayanın, diğer tarafın zor durumda kalmasından aşırı bir menfaat sağlamış olması halinde, korkutma vardır.
Arabuluculuk Tutanağının İrade Sakatlığı Nedeniyle İptali
Yanılma veya aldatma sebebiyle ya da korkutulma sonucunda arabuluculukta anlaşan taraf, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak bir yıl içinde anlaşma belgesiyle ile bağlı olmadığını bildirmez veya verdiği şeyi geri istemezse, anlaşma belgesini onamış sayılır.
Aldatma veya korkutmadan dolayı bağlayıcılığı olmayan bir anlaşma belgesinin onanmış sayılması, tazminat hakkını ortadan kaldırmaz.
Aşırı Yararlanma (Gabin)
Anlaşma belgesinde gabinin varlığından söz edebilmek için;
- Karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık varsa,
- Bu oransızlık, zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle gerçekleştirildiği takdirde
zarar gören, durumun özelliğine göre anlaşma belgesiyle bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek ediminin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.
Zarar gören bu hakkını;
- Düşüncesizlik veya deneyimsizliğini öğrendiği,
- Zor durumda kalmada ise bu durumun ortadan kalktığı
tarihten başlayarak bir yıl ve her halde sözleşmenin kurulduğu tarihten başlayarak beş yıl içinde kullanabilir.
Arabulucu, tarafların yürüttüğü müzakere sürecinde tarafsız ve her iki tarafın da menfaatini gözeten kişidir. Bu nedenle arabulucunun gabin ihtimalini öngörmesi durumunda zayıf konumdaki tarafa hukuki destekte bulunması mümkün değildir. Ancak hakkaniyet gereği zayıf konumda olan tarafa, hukuki yardım veya danışmanlık almasını tavsiye etmesi gerekir.
Kanunun Emredici Hükümlerine Aykırılık Nedeniyle Arabuluculuk Tutanağının İptali
Türk Borçlar Kanunu md. 27 uyarınca arabuluculuk tutanağının kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusunun imkansız olduğundan bahisle kesin hükümsüzlük nedenine dayalı olarak iptali talep edilebilir.
Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, anlaşma tutanağının tamamı kesin olarak hükümsüz olur.
NOT: İrade sakatlığı hallerinden farklı olarak kesin hükümsüzlük nedenlerinden birine dayalı olarak açılacak arabuluculuk tutanağının iptali davalarında 1 yıllık hak düşürücü süre uygulanmaz. Dolayısıyla, kesin hükümsüzlük iddiasıyla arabuluculuk tutanağının iptali için her zaman dava açılabilir. (Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2024/6707 E., 2024/10412 K.)
Arabuluculuk Tutanağının İptalinde Görevli-Yetkili Mahkeme
Arabuluculuk tutanağının iptali için açılacak davada görevli mahkeme, uyuşmazlık türüne göre belirlenecektir. Örneğin işçi alacağına ilişkin yapılan arabuluculuk anlaşma tutanağının iptalinde görevli mahkeme iş mahkemeleridir. Dolayısıyla uyuşmazlık türüne göre özel mahkeme görevli ise dava bu mahkemelerde açılır. Eğer özel görevli mahkeme yok ise, asliye hukuk mahkemeleri görevli olacaktır.
Mahkemenin yetkisini ise, uyuşmazlıkla ilgili dava açılması halinde yetkili mahkeme hangisi olacaksa ona göre belirliyoruz. Bu durumda arabuluculuk konusu uyuşmazlıkla ilgili olarak açılacak davada hangi mahkemenin yetkili olduğunu tespit etmek gerekmektedir.
Arabuluculuk Tutanağının İptali Emsal Kararlar
ANKARA BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 9. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2023/6
Karar Numarası: 2023/935
“I. TALEP :
Davacı vekili ; davalı ile davacı arasında hile ile imzalatılan 30.09.2019 tarihli 2020/10129 numaralı ihtiyari arabuluculuk son tutanağının ve anlaşma belgesinin iptalini ve geçersizliğini, anlaşma belgesinde belirtilen bedelin davacının ücret alacağına ilişkin olduğunun tespitini, talep etmiştir.
II. CEVAP:
Davalı vekili; davacıya tüm işçilik alacaklarının ödendiğini, buna dair dekontlarının bulunduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.
III. İLK DERECE MAHKEME KARAR ÖZETİ :
İlk derece mahkemesince arabuluculuk son tutanağında anlaşma sağlanan alacaklar belirtilip davacı yanca imzalanmış olduğundan ve baskı yoluyla tutanağın imzalatıldığı iddiası kanıtlanamadığından arabuluculuk süreci usul ve yasaya uygun gerçekleştiğinden davanın reddi yönünde hüküm kurulmuştur.
IV. İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili; usulüne uygun arabuluculuk görüşmesi yapılmadığı, işten çıkış tarihi ile aynı gün arabuluculuk belgesinin hile ile imzalatıldığı, dava konusu belgeleri düzenleyen arabulucu E…. T….’ın adresi ile davalı vekilinin adreslerinin aynı olduğu davacının arabuluculuk görüşmesi yapıldığını dahi bilmediği, arabuluculuk tutanağında yazılanın sadece ücret alacağı olduğu davacının kıdem ihbar tazminatı, fazla mesai, yıllık izin alacaklarının arabuluculuk tutanağında yazan miktar olamayacağı, davacının bilgisizliğinden yararlanılarak davacıdan aşırı yararlanıldığı, dava arabuluculuk tutanağının iptali olduğundan ve bu dava için arabulucuya başvurulmadığından arabuluculuk giderine hükmedilmesinin hatalı olduğu hususlarını ileri sürerek yasal süresi içerisinde istinaf kanun yoluna başvurmuştur.
V. GEREKÇE :
Dairemizce, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 355. maddesi uyarınca başvuranın sıfatına göre istinaf sebepleri ve kamu düzenine aykırılık halleriyle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.
Taraflar arasında arabuluculuk tutanağının iptalinin gerekip gerekmediği, arabuluculuk tutanağında yer alan alacak noktalarında çekişme bulunduğu görülmüştür.
Dosya kapsamında yer alan ihtiyari arabuluculuk ilk tutanağının 30.09.2019 tarihli olduğu kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret alacağı, hafta tatili, yıllık izin, prim alacağı ulusal bayram genel tatil alacağı, ikramiye ve agi alacağını ihtiva ettiği son tutanak anlaşma belgesinin de aynı tarihli olduğu, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, ücret alacağı, hafta tatili, yıllık izin, prim alacağı ulusal bayram genel tatil alacağı, ikramiye ve agi alacağına mahsuben davacıya 3.552,50 TL ödemenin kabul edildiği, davacıya 10.10.2019 tarihinde 30.09.2019 maaş ödeme ibaresi ile 3.412,50 TL ödenmiş olduğu görülmüştür.
Davalı vekili ile arabulucu E.. T….’ın adreslerinin aynı olduğu görülmüştür.
Arabuluculuk Kanun’da “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” olarak tanımlanmıştır.
7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 3/1.maddesinde “kanuna, bireysel veya toplu iş sözleşmesine dayanan işçi veya işveren alacağı ve tazminatı ile işe iade talebi ile açılan davalarda arabulucuya başvurulmuş olması dava şartıdır” şeklinde düzenlemeye yer verilerek dava şartı olarak arabuluculuk öngörülmüştür. Aynı Kanun’un 3/21.maddesi uyarınca uygulanan 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 15/3.maddesinde ise “Taraflarca kararlaştırılmamışsa arabulucu; uyuşmazlığın niteliğini, tarafların isteklerini ve uyuşmazlığın hızlı bir şekilde çözümlenmesi için gereken usul ve esasları göz önüne alarak arabuluculuk faaliyetini yürütür” denilmek sureti ile arabuluculuk faaliyetinin ne şekilde sürdürüleceği belirlenmiştir.
Arabuluculuk ile ilgili gerek 7036 sayılı Kanun gerekse de 6325 sayılı Kanunda başvurunun kapsamı ve başvurunun şekline dair bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebeple başvuru esnasında dile getirilmeyen bir alacak kaleminin görüşmeler kapsamında talebe konu edilmesi her zaman mümkün olduğu gibi müphem durumlar olması halinde ise uyuşmazlığın kapsamı arabulucu tarafından belirlenir. Zira arabuluculuk faaliyeti bir yargılama faaliyeti olmadığından görüşmeler sırasında talepler artırılabilir, değiştirilebilir.
Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 17/2.maddesinde “Arabuluculuk faaliyeti sonunda tarafların anlaştıkları, anlaşamadıkları veya arabuluculuk faaliyetinin nasıl sonuçlandığı bir tutanak ile belgelendirilir. Arabulucu tarafından düzenlenecek bu belge, arabulucu, taraflar, kanuni temsilcileri veya avukatlarınca imzalanır” şeklinde düzenlemeye yer verilerek son tutanağın arabulucu tarafından düzenleneceği açıkça kurala bağlanmıştır.
Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu Yönetmeliğinin 23/3. maddesinde, başvurunun dilekçe ile veya bürolarda bulunan formların doldurulması suretiyle yahut elektronik ortamda yapılabileceği belirtilmiştir.
Yönetmeliğin 20. maddesinde arabuluculuğun sona ermesi düzenlenmiş olup bu maddenin (3). bendinde arabuluculuk faaliyeti sonunda düzenlenen son tutanağa, faaliyetin sonuçlanması dışında hangi hususların yazılacağına tarafların karar vereceği ancak arabulucunun bu tutanak ve sonuçları konusunda taraflara gerekli açıklamaları yapacağı belirtilmiştir. Şu hale göre son tutanağın tarafların beyanına göre oluşturulması asıl ise de, arabulucunun görevleri arasında tutanağın içeriği ve düzenlenme şekli konusunda tarafları bilgilendirmesi de gerekir.
Somut uyuşmazlıkta arabulucunun, tutanak içeriğinin dava şartını karşılayıp karşılamadığı noktasında bilgilendirme yaptığı anlaşılamamaktadır.
İş Hukukunun ortaya çıkışının temel sebebi; esasen eşit olmayan işçi ve işveren arasındaki hukuki ilişkileri düzenlemesidir. 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun genel gerekçesinde, “dava şartı olarak arabuluculuğa ilişkin madde ile diğer düzenlemelerde iş yargısının temeli olan çabukluk, basitlik, emredicilik, zayıfın korunması ve ucuzluk ilkeleri”nin dikkate alındığı açıklanmıştır. İşçinin, hak ve alacaklarını en kısa sürede ve en basit yoldan almasını sağlamaya yönelik getirildiği anlaşılan bir kurumun, işçinin aleyhine yorumlanması doğru olmaz. Aksine Yasa’nın gerekçesinde belirtildiği gibi zayıf konumda olan işçinin korunması esastır.
Dava açma yasağının mutlak biçimde kabul edilmesi düşünülemez. Arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması durumunda anlaşma belgesi düzenlenmiş ve anlaşmaya varılan hususlar açık ve net bir şekilde ortaya konmuş olsa da, yine de çözümlenen uyuşmazlık hakkında dava açılmasının mümkün olduğu çeşitli ihtimaller bulunmaktadır. Bunlardan ilki anlaşma belgesine karşı ileri sürülebilecek irade fesadı hâlleridir. Bu durumda anlaşmaya varılan hususlarla ilgili olarak bu sözleşmenin iptali Türk Borçlar Kanunu (m. 30 vd., m. 39) hükümleri çerçevesinde talep edilerek dava açılabilir. Elbette anlaşma belgesinin ehliyetsizlik, emredici hukuk kurallarına, kamu düzenine, ahlaka, kişilik haklarına ve şekle aykırılık gibi sebeplerle mutlak butlanla sakatlanması da düşünülebilir. Böyle bir durumda butlanın tespiti mahkemeden istenebilir. Bu anlamda, Türk Borçlar Kanunu’nun 27. maddesindeki kanunun emredici hükümlerine, ahlaka, kamu düzenine, kişilik haklarına aykırı veya konusu imkânsız olan sözleşmelerin kesin hükümsüzlüğüne dayanılabilir. Aşırı yararlanmanın koşulları varsa bu konuda da mahkemede dava açılabilir (TBK m. 28).
6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunuda arabuluculuk “Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemi” olarak tanımlanmıştır.
Yine Yargıtay 9.H.D.nin 18/12/2017 tarihli ve 2019/3698 Esas No-2019/13044 Karar No sayılı ilamı ”..arabulucunun davalı şirketin avukatı olarak görev yaptığı halde arabuluculuk görüşmeleri öncesinde davacı tarafı bu yönde bilgilendirdiği ortaya konulamamıştır. Anlaşma belgesinde bu yönde bir açıklamaya yer verilmemiştir. Arabulucunun aynı zamanda diğer tarafın avukatı olduğu hususunda özellikle davacı tarafın açıkça bilgilendirildiğinin ve buna rağmen arabuluculuk görüşmelerine devam etmek istediğinin ispatı gerekir. Bu yönüyle ilgili mevzuat çerçevesinde arabulucunun tarafsızlığından şüphe duyulmasını gerektiren önemli hal ve şartların varlığı kabul edilmelidir. “şeklindedir.
Davacı iddiasını doğrulayan davacı tanık beyanları ile birlikte tüm deliller değerlendirildiğinde davacı işçinin ihtiyari arabuluculuk görüşmesi öncesi davalı işverenlikçe vekalet verilen avukat ….. ile arabulucu …. ve aynı adreste bulunduğu ve arabuluculuk faaliyeti hususunda bilgilendirmediğinin anlaşılması karşısında bahse konu davalı vekilinin bulunduğu aynı adreste bulunan bir avukatın davacı işçi bilgilendirilmeksizin Arabulucu olarak görüşmeleri sürdürmesi ve tutanağa bağlamış olması arabulucunun tarafsız olması ilkesini zedeleyeceğinden bu durumda usulüne uygun bir ihtiyari arabuluculuk başvurusunun ve görüşmesinin yapılmadığı gibi mevzuat hükümleri çerçevesinde arabuluculuk anlaşma belgesinin düzenlenmediği sonucuna varılmaktadır. Tüm bu tespitler karşısında, dava tarihi itibariyle taraflar arasında 6325 Sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu hükümleri dikkate alındığında geçerli ihtiyari arabuluculuk faaliyeti yürütüldüğünden ve tarafların dava konusu hususlarda anlaştığından söz edilmesi mümkün değildir. Mevzuat hükümleri çerçevesinde usulüne uygun, geçerli bir tutanak düzenlenmediği sabit olup davacının bu yöne ilişkin istinaf sebepleri yerindedir.
Ayrıca; Tarafların yapmış oldukları sözleşmede, borçlandıkları edim ve karşı edim arasında açık bir oransızlık bulunabilir. Gerçekten taraflardan birinin borçlandığı edim, diğerinin ediminden açık bir şekilde fazla veya az olabilir. Ancak, edimler arasında mevcut olan her açık oransızlık aşırı yararlanmayı meydana getirmez. Zira sözleşme hukukunda geçerli olan irade özerkliği ve sözleşme özgürlüğü ilkeleri gereğince taraflar sözleşmenin şartlarını, dolayısıyla edim ve karşı edim arasındaki denge ve oranı diledikleri gibi kararlaştırabilirler. Kanun bu konuda edimler arasında bulunması gereken denge ve oran hususunda objektif bir ölçü koymuş değildir. Yalnız, taraflardan biri karşı tarafın içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanarak onu sömürmek isteyebilir. İşte aşırı yararlanmadan bahsedebilmek için edim ve karşı edim arasındaki açık oransızlık, taraflardan birinin diğerinin içinde bulunduğu zayıf durumdan yararlanmak suretiyle gerçekleştirilmelidir.
Kanun koyucu TBK. m. 28’i düzenlemekle sözleşmede zayıf olan tarafa edimler arasındaki değer ilişkisini gözden geçirme ve şartları gerçekleşmişse aşırı yararlanmaya dayanarak sözleşmeyi iptal etme ya da edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteme imkanı vermiştir.”(Fikret Eren – Borçlar Hukuku Genel Hükümleri -2012- Sayfa 417) “Borçlar Kanunu aşırı yararlanmayı bir irade bozukluğu hali olarak öngörmemiştir. Bu nedenle, aşırı yararlanma irade bozukluğu sebepleri arasında değil sözleşmenin kurulması (akdin inikadı) ile ilgili hükümler arasında düzenlenmiştir. Buna göre, aşırı yararlanmada sözleşmenin kurucu unsurlarıyla ilgili bir kurumdur.
Borçlar Hukukunda sözleşmeler alanında yer alan en önemli temel ilkelerden biriside sözleşme özgürlüğüdür. Sözleşme özgürlüğü, tarafların diledikleri koşullarda sözleşme yapabilme özgürlüğünü de kapsar. Bunun sonucu olarak, taraflar sözleşmenin koşullarını ve karşılıklı olarak edimlerini diledikleri gibi belirleyebilirler. Ancak tarafların bu koşulları ve karşılıklı edimleri tayin ederlerken, diğer tarafın içinde bulunduğu olumsuz koşullardan yararlanılmış, bu olumsuz koşullar nedeniyle bir taraf haksız yararlar temin etmişse, buna rağmen sözleşmenin geçerli olduğunu iddia etmek adalet duygularını sarsabilir. İşte aşırı yararlanma denilen kurum bu amaçla kabul edilmiştir. Aşırı yararlanma, taraflardan birinin içinde bulunduğu olumsuz koşulların, diğer tarafın sömürülmesini ve dolayısıyla aşırı yararlanılmasını engelleyen bir hukuksal koruma yoludur.” (Ahmet Kılıçoğlu – Borçlar Hukuku Genel Hükümler – 2012 – Sayfa 215)
“Taraflardan birinin diğer tarafın zor durumundan, deneyimsizliğinden (tecrübesizliğinden) veya düşüncesizce hareket etmesinden yararlanarak bir sözleşmenin kurulmasını sağlaması ve bu sözleşmede karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlığın bulunması haline aşırı yararlanma denilmektedir. Edimler arasında açık bir oransızlığın bulunup bulunmadığı (objektif koşul), taahhüt edilen edimlerin sözleşmenin kurulması anındaki objektif değerlerine göre belirlenir. Aşırı yararlanmadan söz edebilmek için ayrıca bir tarafta zor durumda kalma, deneyimsizlik veya düşüncesizlik hallerinden birisinin bulunması ve diğer tarafın bu durumu bilerek ve hatta bu durumdan yararlanma kastıyla hareket etmiş olması gerekir. (Sübjektif koşul) Somut olayda bu koşulların gerçekleştiği her türlü delille ispat edilebilir. Aşırı yararlanmanın varlığı halinde, buna maruz kalan taraf sözleşme ile bağlı olmaz. Sözleşme baştan itibaren her iki taraf içinde hüküm doğurmaz.” (Haluk N. Nomer- Borçlar Hukuku Genel Hükümler – 2013- Sayfa 78)
“Sözleşme özgürlüğü, liberal hukuk teorisinin ve piyasa ekonomisinin vazgeçilmezi haline gelmiş en temel ilkesidir. Ancak bireylerin sözleşme özgürlüğü tıpkı diğer bütün özgürlükler gibi sınırsız değildir.
Zayıf durumda olanı korumak ve sözleşme ilişkisi içerisinde güçlü konumda olan kişinin zayıf olan tarafı sömürmesine, ekonomik olarak mahvına yol açmasına engel olmayı amaçlayan aşırı yararlanma kavramanın sadece hukuk teorisi ile açıklanamayacağı açıktır. Aşırı yararlanma kavramı karmaşık ekonomik, felsefi, sosyolojik ve hukuki ilişkileri bir bütün olarak bünyesinde barındırmaktadır.
Türk pozitif hukukunda aşırı yararlanma kavramından söz edebilmek için bir takım şartların, aynı zaman diliminde bir arada bulunması gerekmektedir ve bu şartların neler olduğu TBK m. 28’de açıkça belirtilmiştir.
Öğretide aşırı yararlanma kavramına dair bir çok tanımlama yapılmıştır. Fakat bu tanımlamaların 01.07.2012 tarihi itibariyle yürürlükte olan hukuk göz önüne alınarak güncellenmesi gerekmektedir. Buna göre, iki tarafa borç yükleyen sözleşmelerde, sözleşmenin kurulması anında taraflardan birinin zor durumda olmasını veya deneyimsizliğini veya düşüncesizliğini karşı tarafın bilip, bu durumu sömürme kastı ile kullanması sonucunda edimler arasında açık bir oransızlığın meydana gelmesine aşırı yararlanma denir. Aşırı yararlanma kavramını bu şekilde tanımlamak, elbette ki tarihsel bir arka planla birlikte okunduğunda daha anlamlı olacaktır. Zira; TBK düzenlemesi her ne kadar oldukça yeni olsa da, tarihsel kökenleri ve BK’nın aşırı yararlanma kavramını ele alış biçimi, yürürlükte olduğu dönemde uygulamanın anılan kurumu değerlendirişi, hem bu tanımın geçerliliğinin hem de kanun koyucunun hükmü getiriş amacına hizmet edip etmediğinin belirlenmesinde yol gösterici olacaktır.” (Seda İrem Çakırca- 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Aşırı Yararlanma Kavramı – 2015- Sayfa 15-16)
“Sözleşme (kural olarak) taraflar, ona uygun davranmaya razı olduklarında ve bu rıza hakkı bir vekaletin meyvesi olduğunda “meşru” addedilir. Taraflardan birinin bu sözleşme ile iyi veya kötü, hatta çok iyi veya çok kötü bir iş yapmış olmasının önemi yoktur.
Bununla birlikte, ehliyet eksikliği veya irade bozukluğu sonucu çıkan imkanların yanında, kanun taraflardan birine, diğerinin aşırı bir avantaj elde etmesi halinde, özel şartlar altında devreye girebilecek olan özel bir koruma sağlamıştır. (bkz. UNIDROIT 3. 10; PECL 4: 109; DCFR II- 7:207) Bu koruma, aşırı yararlanma rejimi tarafından sağlanmaktadır.
TBK. 28’e göre, taraflardan birinin kendisininkiyle aşırı orantısız olan bir edim vaadi elde etmek için diğer tarafın zayıflığından yararlanması halinde aşırı yararlanma (gabin, la lesion; die Übervurteilung; la Lesione; lat.; laesio enormis) söz konusu olur.
Kanundaki yerinden de anlaşılabileceği üzere bu kurum konu sakatlığı (oransızlık) ve irade bozukluğu (zayıflıktan yararlanma) arasında yer almaktadır. Kanunun aşırı yararlanma halinde zarar görenin irade beyanında bulunarak bir sene içinde borcundan kurtulabilmesini düzenlemesi (TBK 39) irade bozukluğu halleri ile yakınlığını gösterir. Aşırı yararlanma, ceza hukukundaki tefecilik yasağının bir yansıması olarak görülebilir. (bkz. TCK. 241)
TBK 28’de, TBK. 39’a paralel bir şekil de “…sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek…” ifadeleri yer almakta ve ayrıca, aşırı yararlanmaya maruz kalan tarafın, “…sözleşme ile bağlı kalarak edimler arasında ki oransızlığın giderilmesini isteme” hakkı düzenlenmiştir. Bu ifadelerden, Türkiye’de kanun koyucunun gerçek anlamda “iptal edilebilirlik” rejimini tercih ettiği sonucuna varılabilir.” (Pierre Tercier- Pascal Pichonnaz – H. Murat Develioğlu – Borçlar Hukuku Genel Hükümler – 2016- Sayfa 837 vd.)
Aşırı yararlanma kavramı konusunda öğretideki açıklamalardan sonra, birde bu kurumun unsurlarını da açıklamakta fayda bulunmaktadır.
TBK madde 28’de unsurlar şöyle açıklanmıştır. Bir sözleşmede öncelikle karşılıklı edimler arasında açık bir oransızlık bulunacak. Bunun yanında bu oransızlık zarar görenin zor durumda kalmasından veya düşüncesizliğinden ya da deneyimsizliğinden yararlanılmak suretiyle meydana gelecek. Bu iki unsur öğretide objektif ve subjektif unsur olarak açıklanmaktadır.
Bu konuda öğretide görüşler şöyledir.
“Gabin, karşılıklı taahhütleri ihtiva eden bütün sözleşmelerde söz konusu olabilir. Buna karşı, tek taraflı işlemlerde ve taraflardan yalnız birine borç yükleyen sözleşmelerde gabinden bahsedilemez.
Gabinin (aşırı yararlanmanın) biri objektif diğeri de subjektif olmak üzere iki unsuru vardır.
Objektif unsur, karşılıklı edimler arasındaki açık değer farkından ibarettir. Böyle açık bir değer farkının, diğer söyleyişle oransızlığın bulunup bulunmadığı, edimlerden her birinin sözleşme kurulurken, taşıdığı ekonomik kıymet araştırılarak tayin edilir. Bu karşılaştırma yapılırken edimlerden birinin diğerinden daha değerli olup olmadığına değil, edimlerin değerleri arasında açık bir fark, göze çarpan bir oransızlık bulunup bulunmadığına önem verilecektir.
Subjektif unsur taraflardan birinin diğeri tarafından sömürülmesi olarak ifade edilebilir. Kanun edimler arasındaki açık oransızlığın ancak şu şartla gabin teşkil edeceğini kabul ediyor: Eğer sözü edilen oransızlık, zarar görenin müzayaka halinde bulunmasından veya hiffetinden, yahut tecrübesizliğinden istifade suretiyle meydana getirilmişse.
Müzayaka, esas itibariyle ciddi bir mali sıkıntı ifade eder. Bir kimse böyle bir sıkıntı için de, diğer tarafın ileri sürebileceği ağır şartlara kolaylıkla razı olabilir. Müzayaka mutlaka fakir olmayı ifade etmez. Servet sahibi bir kimsede ani olarak para sıkıntısı içine düşebilir.
Hafiflik olaylar karşısında aşikar güçsüzlüğü kapsayan bir irade zayıflığıdır. Çok yaşlı veya çok genç insanlarda daha sık görülen hafiflik hali, bir kimsenin kendi menfaatlerini iyi hesaplamadan karar vermedeki düşüncesizliğini veya aceleciliğini anlatır.
Tecrübesizlik, iş hayatını yeteri kadar bilmemek ve ekonomik değerler arasında karşılaştırma yapabilmek için gerekli bilgi seviyesine ulaşmamış olmak anlamına gelir. Hafiflik bir irade zayıflığı olduğu halde, tecrübesizlik bir bilgi zayıflığıdır; işlere karşı yabancılıktır.” (Bkz. Tekinay- Akman – Burcuoğlu- Altop – Borçlar Hukuku Genel Hükümler – 1993 – Sayfa 458 vd.)
Yine bu doğrultuda Tercier- Pichonnan ve Develioğlu şu izahta bulunmuştur.
“Aşırı yararlanmaya maruz kaldığını ileri süren kişi iki şartın gerçekleştiğini ispatlamak durumundadır.
Vaat edilen edimler arasında açık oransızlık bulunması gerekir. Bir sözleşmede edimler arasında bir oransızlık olması olağan bir durumdur ve sözleşmenin geçersizliğinin gündeme gelmesi için yeterli değildir. Aşırı yararlanmadan söz edebilmek için özel bir sebebe dayanarak dahi açıklanamayacak derecede önemli bir oransızlık olmalı ve bu oransızlık edimleri mantık kuralları çerçevesinde kıyaslayan herkesin gözüne batmalıdır. Bu aşırı yararlanmanın objektif şartıdır.
İkinci şart diğer tarafın zayıflığından yararlanmak gerekmektedir. Edimler arasında objektif oransızlık, aşırı yararlanmadan söz edebilmek için yeterli değildir; ayrıcı zarar görenin diğer tarafın kendi içinde bulunduğu zayıflık halini ve bu durumdan bilinçli olarak (kasıt unsuru ) yararlandığını ispat etmesi gerekir. Bu aşırı yararlanmanın subjektif şartıdır.
Kanun örnek kabilinden üç zayıflık hali saymıştır. (Karş UNIDROIT 3.10 Ia; PECL4; 109La; DCFRII-7:207La) Zor durumda olma, deneyimsizlik, düşüncesizlik” (Tercier-Pıchonnaz-Develioğlu-Borçlar Hukuk Genel Hükümler-2016-sayfa 842 vd.)
Aşırı yararlanmanın unsurları açısından öğretide diğer görüşlerde şöyledir.
“Edimler arasında aşırı oransızlık (objektif unsur) 818 sayılı BK madde 21’de açık oransızlık sözleriyle anlatılmıştır. Şu halde edimler arasında oransızlık aşikar olmalı, işten anlayan herkesin gözüne çarpacak yükseklikte bulunmalıdır. Bu hususu saptarken yargıç, edimin sözleşmenin yapıldığı andaki objektif değerini esas almak zorundadır.
Subjektif unsur ise, karşı yanın özel durumu, onun darda kalması (müzayakası), hafifliği (hiffeti) veya tecrübesizliği halinde ortaya çıkar. Bu haller yasada sınırlı olarak sayılmıştır. Öte yandan, aşırı yararlanmanın varlığından söz edebilmek için, darda kalma, hafiflik ve tecrübesizliğin birlikte bulunmasına gerek yoktur; bu hallerden bir tanesinin gerçekleşmesi bile, öbür koşullarda varsa yetişir.
Darda kalma (müzayaka) BK madde 21’de sayılı hallerden en önemlisidir. Bu terim sadece ekonomik ihtiyaçları değil aynı zamanda kişisel ve bedensel ihtiyaçları da içerir.
Hafiflik (hiffet), iş konusunda eksik yetenek, ileriyi görememe durumunda bulunmayı anlatır. Bu durumdaki kimseler temyiz kudretinden yoksun değildirler; fakat akıl ve zeka yönünden gerekli ölçüde gelişmemişlerdir. Sonra hafiflikten yararlanma bazen aldatma (hile) ile de birleşebilir.
Deneyimsizliğe (tecrübesizlik) gelince, burada daha çok gençler söz konusu olacağı için, kural olarak, işlem ehliyetsizliğine ilişkin kurallar uygulanacaktır. Ancak istisnai bazı durumlarda, eksik öğretim veya uzmanlık yönünden büyüklerinde BK 21 anlamında deneyimsiz (tecrübesiz) sayılabilmesi olasılığı doğabilecektir.” (Tunçomağ- Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler-1976- Sayfa 380 vd, bu doğrultudan benzer bkz. Tekil, s 97, Ataay, S 269, Çakırca, s 127 vd., Eren, s 418 vd., Kılıçoğlu s 216 vd.)
Sayın Tunçomağ TBK m. 28’de (818 sayılı BK m. 21) açıklanan aşırı yararlanma kavramını sözleşme özgürlüğüne getirilen bir sınırlama olması sebebiyle istisnai bir kurum olduğundan, bu maddede sayılan hallerin dar yorumlanması gerektiğini savunmuştur. Aksi bir tutumun, TBK m. 28’in istisnai niteliğine aykırı olacağı ileri sürülmüş ve şartları gerçekleşmişse zor durumda kalma, düşüncesizlik veya deneyimsizliğin yokluğunda TBK m. 27 hükmüne ve irade bozukluğu hallerine başvurulabileceği belirtilmiştir. (bkz. Tunçomağ, s. 383)
”Günümüzde hakim görüş ise aşırı yararlanılmada bulunması gereken subjektif şartların, TBK m. 28’in metninde sayılanlarla sınırlı olarak ele alınmaması gerektiğini iddia etmektedir. Buna göre, zor durumda, düşüncesiz ve deneyimiz olmak halleri kanunda sadece örnek kabilinden sayılmıştır. Dolayısıyla; alkol ve uyuşturucu bağımlılığı gibi, ileri derecede yaşlılık, şaşkınlık veya aşırı yorgunluk, bir kişiye bağımlı olmaktan kaynaklanan minnet duygusu içersinde olmakta sözleşme tarafının zayıf konumda olmasına yol açabilir.” (Seda İrem Çakırca-6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununa Göre Aşırı Yararlanma Kavramı-2015-Sayfa 165 vd)
Sayın Kocayusufpaşaoğlu’nun bu husustaki görüşleri şöyledir.
“Türk Hukukunda hakim olan ve eski İsviçre öğretisinde kabul edilen görüşe göre, BK. 21’de öngörülen üç hal sınırlayıcı (tahdidi) olarak gösterilmiştir ve bunların dışında kalan herhangi bir zayıflık durumuna dayanarak BK. m 21’den yararlanmak imkanı yoktur.
Bugün İsviçre öğretisindeki büyük çoğunluk tarafından kabul edilen hakim görüş ise, BK. m.21’deki sayımın sırf örnek göstermek kabilinden olduğunu, bu sebeple kanunda öngörülen üç hal dışında kalan ve bunlarla kıyaslanabilen başka hallerde de (örneğin “uyuşturucu veya alkol bağımlılığı”, ileri derecede yaşlılık”, “hasta veya bitik olma durumları”, “bir kimseye karşı minnet duygusu içinde olmak”, “saldırgan satış metodlarının etkisi altında kalmak” vs.) BK. m.21’in uygulama alanı bulabileceği kabul ediyor.
Bu görüşlerden hangisine üstünlük tanımak gerekir. Kanunun ifade tarzında, maddedeki sayımın sırf örnek vermek amacı ile yapıldığını gösteren bir işaret yoktur. Ne var ki, aksi sonuca götürecek bir açıklıkta kanunda yer almamaktadır. Bu durumda yapılacak şey kanun koyucunun (bugünün şartlarına ve ihtiyaçlarına göre değerlendirilecek) amacını (ruhunu) esas alarak bir sonuca varmaktır. BK. m. 21’in çok açık olan amacı, zayıf durumdaki kişilerin karar verme serbestileri çiğnenmek suretiyle güçlüler tarafından istismar edilmesini önlemektir. Bütün düzenleyici kurallar kaldırılarak, her şeyin serbest piyasanın özgürlük fakat aynı zamanda acımasızlık dolu rekabet kurallarına terk edildiği çağımızda, sözü edilen istismar tehlikesi en yüksek düzeydedir. Bu gelişme karşısında durumu seyretmekle yetinmek istemeyen hukukçuların ve yargı organlarının yapmaları gereken şey, hukuk düzenimizde mevcut koruyucu hükümleri, çağın gereklerine uygun biçimde yorumlamaktadır. Özel hukukta, zayıf durumdaki kişileri koruyan hükümlerin başında, bir yandan kişilik haklarına (TMK. m.23) ve ahlaka (BK. m. 20/I) aykırılık butlanını düzenleyen hükümler, öbür yandan da gabin (BK. m.21) hükmü yer alır. O halde, BK. m. 21 hükmünün zayıfları koruyucu amacına uygun düşen ve bu hükümde öngörülen üç hali sınırlayıcı saymayan görüşe üstünlük tanımak çok yerinde olur.
Öğretide zaman zaman, burada sözleşme serbestisinin sınırlamasının söz konusu olduğunu ve “pacta sund servanda” ilkesi esas sayılmak gerektiği için gabin hükümlerinin dar yorumlanması gerektiğini, hatta BK. m.21 hükmünün sadece marjinal bir öneme sahip bulunduğunu ileri süren görüşlere rastlanmıştır. Ne var ki yeni eğilimler, daha ziyade aksi yöndedir. Her halde, sözleşme serbestisi asıldır diyerek, gittikçe yaygınlaşan zayıfları ezici uygulamalara seyirci kalmak kabul edilebilir bir tutum olamaz.” (Kocayusufpaşaoğlu/Hatemi/ Serozan/Arpacı-Borçlar Hukuku Genel Bölüm-2014-Sayfa 39 vd.)
Peki aşırı yararlanmanın hukuki sonuçları nelerdir. TBK. m.28’e göre; zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirerek edimin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edilimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.
Bu yöndeki görüşlerde şöyledir.
“TBK. M.28/I, aşırı yararlanmanın unsurları yanında, hukuki sonuçlarını da düzenlemiştir. Zarar gören karşı tarafa sözleşme ile bağlı olmadığını bildirerek ifa ettiği edimin geri verilmesini ister. Sözleşme ile bağlı olmamak, aslında yaptırım olarak sözleşmeyi iptal etmek demektir. Dolayısıyla hakim görüşe göre, aşırı yararlanma halinde de, aynen irade bozukluğunda olduğu gibi iptal yaptırımı uygulanmalıdır. Hakim, iptali kendiliğinden (resen) gözönünde tutamaz.
Zarar gören TBK. m.28/I’e göre sözleşmenin tam iptali yerine kısmi iptalini, yani edimler arasındaki açık oransızlığın giderilmesini de isteyebilir. Böylece zarar görenin borçlandığı aşırı edim, karşı edim düzeyine indirilmek suretiyle edim ve karşı edim arasında denge sağlanarak sözleşme ayakta tutulmaktadır.
TBK. M.28/I’e göre zarar gören taraf, borçlanmış olduğu edimi yerine getirmişse, bunu geri isteyebilir. Karşı tarafında bu edimi geri vermesi gerekir. Aksi halde, zarar gören aynen irade bozukluğunda olduğu gibi ya mülkiyet( istihkak) davası ya da sebepsiz zenginleşme iddiası ile ifa ettiği edimi geri isteyebilir.” (Eren-Borçlar Hukuku Genel Hükümler-2012-Sayfa 422 vd.)
“Eski BK. m 21. “gabin”in koşullarının gerçekleşmesi halinde sömürülen kişinin “akdi fesih” hakkından söz etmiş idi. Maddede kullanılan “fesih ” sözcüğü isabetli olmayıp bununla ” sözleşmenin iptal” hakkının anlatılmak istendiği kabul edilmekteydi.
Yeni TBK m.28 sömürülen kişiye “sözleşme ile bağlı olmama iradesini ” açıklama yetkisinden söz etmiştir. Bununla yeni TBK’da irade bozukluğu hallerinde olduğu gibi “iptal” yaptırımı yerine “hükümsüzlük” yaptırımı kabul edilmiştir.
Aşırı yararlanma nedeniyle sözleşmenin hükümsüzlüğünü ileri sürme hakkı sadece gerçek değil, tüzel kişiler içinde söz konusu olabilir. Tüzel kişilerde aşırı yararlanmanın subjektif koşulları tüzel kişinin organları açısından gerçekleşmiş olmalıdır.
Aşırı yararlanma nedeniyle sözleşmenin hükümsüzlüğüne ilişkin irade açıklaması bozucu yenilik doğurucu bir hakkın kullanılmasıdır. Bu iradenin diğer tarafa varması ile istenilen hukuksal sonuç doğar. Bunun açıklanması herhangi bir geçerlilik koşuluna bağlı değildir.
Aşırı yararlanma koşullarının mevcudiyeti halinde eski BK. m.21 sömürülen kişiye bir tek yasal olanak tanımış idi. Sömürülen kişi sadece sözleşmenin iptalini talep hakkına sahiptir. Yeni TBK. m.28.f.I.’de bu yönde yenilik oluşturan bir hüküm getirmiştir. Maddeye göre aşırı yararlanma nedeniyle zarar gören, durumun özelliğine göre ya sözleşme ile bağlı olmadığını diğer tarafa bildirilerek edimin geri verilmesini ya da sözleşmeye bağlı kalarak edimler arasındaki oransızlığın giderilmesini isteyebilir.” (Kılıçoğlu-Borçlar Hukuku Genel Hükümler-2012-Sayfa 219. vd.)
“Gabinle sakatlanmış bir sözleşme batıl değildir. Burada “askıdaki hükümsüzlük” hali vardır. Gabinli sözleşmenin hüküm ifade edip etmemesi zarar gören tarafın iradesine bırakılmıştır. Alman Medeni Kanunu ise gabini bir butlan sebebi sayar.
BK. 21/I maddesi metninde sözleşmenin feshinden bahsedilmesi yanlıştır. Zira fesih, geçerli bir sözleşmenin hükümlerini kaldırmak için söz konusu olur. Gabin ise bir geçersizlik sebebidir. Hakim doktrin, gabindeki durumun irade sakatlıklarındaki gibi olduğunu kabul ediyor. O halde gabin, sözleşmeyi doğuştan itibaren hükümsüz kılar; ancak gabinden zarar gören taraf diğer tarafa sözleşme ile bağlı olmadığını bir yıl içinde bildirmeyecek olursa iş o takdirde hüküm ifade edecektir.” (Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop- Borçlar Hukuku Genel Hükümler-1993-Sayfa 464 vd.) (Aynı görüş doğrultusunda bkz. Tunçomağ-Türk Borçlar Hukuku Genel Hükümler-1976-Sayfa 393 vd., daha ayrıntılı bilgi için bkz. Seda İrem Çakırca -6098 sayılı Türk Borçlar Kanununa göre Aşırı Yararlanma Kavramı-2015- Sayfa 175 vd.)
Somut olayda taraflar arasında düzenlenen arabuluculuk tutanağındaki edimler arasında aşırı nispetsizlik hali bulunmakla arabuluculuk tutanağının 6098 Sayılı Yasa’nın 28. Maddesi hükümleri gereği gabin nedeniyle de iptali gerekmiştir.
Açıklanan nedenlerle, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1-b-2 maddesi gereğince, yargılamada eksiklik bulunmamakla birlikte kanunun olaya uygulanmasında hata edilip yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmaması nedeniyle, duruşma yapılmadan davacı istinaf isteminin kısmen kabulü ile esas hakkında aşağıdaki şekilde yeniden hüküm kurulmuştur.
VI. HÜKÜM: Yukarıda açıklanan nedenlerle
1- Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜYLE; yukarıda tarih, esas ve karar sayısı belirtilen İlk Derece Mahkemesi’nin kararının HMK’nun 353/1-b.2 maddesi gereğince düzeltilerek yeniden hüküm kurulmak üzere KALDIRILMASINA, İlk Derece Mahkemesi hükmü yerine geçmek üzere;
a- Davanın KABULÜ ile,
b- 30.09.2019 tarihli 2020/10129 numaralı ihtiyari arabuluculuk son tutanağının ve anlaşma belgesinin İPTALİNE, tutanak ve anlaşma belgesi iptal edilmiş olmakla davacının tespit talebi hususunda KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA,
c- İstinaf karar ve ilam harcı 179,90 TL den peşin alınan 59,30 TL nin mahsubu ile bakiye 120,60 TL nin davalıdan alınarak hazineye irad kaydına,
d- Davacı tarafça sarf olunan 127,10 TL harç, 190 TL tebligat ve müzekkere masrafı olmak üzere toplam 317,10 TL nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
d- Davalı tarafça yapılan yargılama giderinin davalı üzerinde bırakılmasına,
e- Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden, karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca hesaplanan 9.200,00 TL vekalet ücretinin davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,
2- Davacı tarafça sarf olunan istinaf peşin harcı ve istinaf başvuru harcının istemi halinde davacıya iadesine,
3- İstinaf aşamasında duruşma açılmadığından taraflar lehine vekalet ücretine hükmedilmesine yer olmadığına,
4- İstinaf aşamasında davacı tarafından yapılan 98,00 TL yargılama giderlerinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,
5- 6100 sayılı HMK’nın 302/5.maddesi uyarınca kararın tebliği, talep halinde kesinleşme şerhi ve harç işlemlerinin ilk derece mahkemesi tarafından yapılmasına,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda Dair, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7/3. maddesi yollamasıyla Hukuk Muhakemeleri Kanununun 362/I-(a) maddesi uyarınca miktar itibariyle kesin olmak üzere 14.03.2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 28. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2021/2750
Karar Numarası: 2021/1861
“Mahalli mahkemesinden verilen karara karşı davalı vekili istinaf kanun yoluna başvurmuş ve dosya istinaf incelemesi yapılmak üzere Dairemize gönderilmiş olmakla dosya incelendi.
TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:
İDDİANIN ÖZETİ: Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; “Müvekkilinin İstanbul Büyükşehir Belediyesi şirketleri bünyesinde 13 yıllık kıdemi yok sayılarak pandemi döneminde işçi çıkartılma yasağı varken ve kısmi çalışma dönemi devam ederken ,baskı, yıldırma ve zorlama ile 29/04/2020 tarihinde , davalının kendi bulduğu ve birçok personelinin iş akdine son verilme yöntemi olarak kullandığı kendi arabulucusuna zorlanarak iş akdi sonlandırıldığını, bahse konu arabulucu, davalı işveren ile İBB şirketlerindeki personelin iş akdi feshinde kullanılana arabulucu olduğunu, arabucunun bu şekilde yüzlerce personelin iş akdine son verildiğini beyanla 29/04/2020 tarihli ihtiyari arabuluculuk son tutanağı ve anlaşma belgesinin İptaline karar verilmesini” dava ve talep etmiştir.
SAVUNMANIN ÖZETİ: Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; “Açılan davayı kabul etmediklerini, davacının iş sözleşmesinin zorlama ile arabuluculuk süreci sonucunda feshedildiği iddiaları gerçek dışı olduğunu, iş sözleşmesi davacı yanca feshedildiğini, davacının davasının geçerli bir hukuki nedene dayanmadığını, davanın reddini” savunmuştur.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:
1) Davanın Kabulü ile;
a)Taraflar arasında düzenlenen 29/04/2020 tarihli arabuluculuk son tutanağı ve anlaşma belgesinin İPTALİNE… karar verilmiştir.
İLERİ SÜRÜLEN İSTİNAF SEBEPLERİ:
İstinaf Yoluna Başvuran Davalı Vekili Tarafından İleri Sürülen İstinaf Sebepleri:
Davalı vekili istinaf dilekçesinde özetle;
1-Fesih iradesinin davacı işçiden geldiğini, davacının kendi istek ve beyanı ile iş değişikliğini kabul etmediğini belirttiğini ve kıdem tazminatının ödenmesi talebini ortaya koyduğunu, bu durumda iş sözleşmesi her halükarda davacı tarafından feshedilmişken yalnızca ödemelerin belirlendiği arabuluculuk tutanağının iptalini talep etmenin hakkın kötüye kullanılması anlamına geldiğini,
2-Arabulucunun ofisinde gerçekleşen görüşmeye karşı tarafın fiziki olarak kendi isteğiyle katıldığını ve görüşmeyi nihayetlendirdiğini, dolayısıyla karşı yanın müvekkili şirket tarafından zorlamaya maruz kaldığı iddiasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu,
3-Gerekçeli kararda arabuluculuk tutanağına ilişkin yapılan değerlendirmelerin hukuka uygun olmayan ifadeler içerdiğini, davaya konu arabuluculuk son tutanağına bakıldığında açık bir şekilde “maaş, yönetici tazminatı, sosyal yardım, Ramazan yardımı,kıdem tazminatı, yıllık ücretli izin ödemesi, ikramiye, yönetici tazminatı ikramiyesi” konularında anlaşıldığının görüleceğini, bunların birer işçilik alacağı olduğunun izahtan vareste olduğunu, işçilik alacaklarında arabuluculuğa başvurmak kanunun dahi kabul ettiği bir durum iken mahkemenin kanunun dışına çıkarak, zorlama bir yorumla arabuluculuğa elverişli bir uyuşmazlık bulunmadığı gerekçesinin hukuka aykırı olduğunu,
4-TBK’nın 420. maddesinin somut olayda uygulanamaz nitelikte olduğunu, arabuluculuk sonunda düzenlenecek tutanağın arabulucu tarafından tanzim edildiğini, ibranamenin ise tarafların kendi aralarında imzaladıkları bir belge olduğunu, arabuluculuk tutanağının bir arabuluculuk süreci sonunda imzalanırken, ibranamenin taraflar arasındaki mevcut bir hukuki ilişki çerçevesinde, bu ilişkiyi sona erdirmek için imzalandığını, arabuluculuk anlaşma belgesinin ilam niteliğinde bir belge olduğunu, ancak ibranamenin böyle bir niteliği olmadığını, zira bir belgenin ilam niteliğinde olabilmesi için buna yönelik kanuni düzenleme gerektiğini ve ibraname için böyle bir düzenlemenin bulunmadığını,
5-Gerekçede tutanağın bir ay sonra düzenlenmesi gerektiğinin yer aldığını, bu gerekçenin ise arabuluculuk sürecinin mantığı ile tamamen ters, hiçbir kanuni dayanağı olmayan bir gerekçe olduğunu, zira arabulucunun, son tutanağı ve anlaşma belgesini süreç sonunda imzalamak ve taraflardan da imza almak zorunda olduğunu,
6-Karara gerekçe gösterilen davacının tanıkları nın davaya konu sürece tam olarak tanıklık etmiş olmadıklarını, davacı tanığı Ömer Tarhan’ın beyanlarında açık şekilde davacının arabuluculuk süreci hakkında net bilgisi olmadığının belirtmiş olduğunu, diğer davacı tanığı Mehmet Olcay’ın beyanlarında davacının arabulucuya gittiğini fakat bu süreçte ödeme alıp almadığını bilmediğini beyan etmiş olduğunu, bu belirsiz beyanlara rağmen davacı yanın iddiasının tanık beyanlarına dayandırılarak gerekçeli karar içerisinde yer bulduğunu ileri sürerek kararın kaldırılmasını ve davanın reddini talep etmiştir.
UYUŞMAZLIK KONUSU HUSUSLAR:
1-Taraflar arasında imzalanan ihtiyari arabuluculuk tutanağının iptalinin gerekip gerekmediği hususu taraflar arasında uyuşmazlık konusudur.
DELİLLER:
1-SGK yazı cevabı ve ekleri
2-Tanık anlatımları
3-Arabuluculuk tutanakları
4-Banka kayıtları
DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE HUKUKİ SEBEPLER:
6100 sayılı HMK’nın 355. maddesi uyarınca istinaf incelemesi, istinaf dilekçesinde belirtilen sebeplerle sınırlı olarak yapılır. Ancak, Bölge Adliye Mahkemesi kamu düzenine aykırılık gördüğü takdirde bunu re’sen gözetir.
A-Başvuru dilekçesindeki itirazlar gözetilerek belirlenen uyuşmazlık konusu hususlar teker teker aşağıda irdelenmiştir:
İstinaf yoluna başvuran davalı yönünden anlaşmazlık konusu hususların incelenmesi:
İlk Derece Mahkemesi: “…Dava, arabuluculuk tutanağının iptali istemine ilişkindir.
Somut olayda, iş akdi29/04/2020 tarihinde sona erdirilmiş, aynı gün 29/04/2020 arabuluculuk tutanağı düzenlenmiştir. Tutanak içeriğinden, arabulucuya kim tarafından başvurulduğu anlaşılamadığı gibi, anlaşmanın nerede sağlandığı konusu da belirtilmemiştir. Arabuluculuk görüşmelerine başlanıldığı saat yazılı olmadığı, görüşmenin saat 10:30’da sonlandırıldığı anlaşmayla sona erdiği hususu belirtilmiştir. Görüşmenin ne kadar sürdüğü anlaşılamadığı görülmüştür.
20/07/2020 tarihli arabuluculuk anlaşma tutanağının incelenmesinde; ”maaş, yönetici tazminatı, sosyal yardım, ramazan yardımı, kıdem tazminatı, yıllık ücretli izin ödemesi, ikramiye, yönetici tazminatı ikramiyesi, dahil olmak üzere tüm hususlar kapsamında işveren tarafından işçiye net 98.878,75- TL bedel ödenmesi” kararlaştırılmış ve taraflarca kabul edilmiştir.
6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu’nun 18. maddesine göre; “(1) Arabuluculuk faaliyeti sonunda varılan anlaşmanın kapsamı taraflarca belirlenir; anlaşma belgesi düzenlenmesi hâlinde bu belge taraflar ve arabulucu tarafından imzalanır…”
6325 sayılı Arabuluculuk Kanunu’nun 1. maddesinin ikinci fıkrasında “Bu Kanun, yabancılık unsuru taşıyanlar da dâhil olmak üzere, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde uygulanır…” hükmü düzenlenmiştir. Diğer taraftan 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinin ikinci fıkrasında “…ibra tarihi itibarıyla sözleşmenin sona ermesinden başlayarak en az bir aylık sürenin geçmiş bulunması, ibra konusu alacağın türünün ve miktarının açıkça belirtilmesi, ödemenin hak tutarına nazaran noksansız ve banka aracılığıyla yapılması şarttır. Bu unsurları taşımayan ibra sözleşmeleri veya ibraname kesin olarak hükümsüzdür.” düzenlemesine yer verilmiştir. 6098 sayılı TBK.’un bu düzenlemesi emredici niteliktedir. Bu düzenleme nedeni ile işveren ve işçi arasında, işçilik alacakları konusundaki uyuşmazlığa ilişkin arabuluculuk tutanağının düzenlendiği tarih ve ibra beyanının içeriği dikkate alındığında, tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir zamanda uyuşmazlık konusu olmadan ve işçinin başvurusu bulunmadan ibra niteliğinde arabuluculuk tutanağı düzenlemiştir. Alınan bu ibra niteliğindeki tutanak, tarih ve içeriği itibari ile arabuluculuğa elverişli değildir. Açıklanan nedenlerle dosyada bulunan anlaşma belgesinin iptali gerektiği, mahkemece yapılan yargılama sonunda anlaşılarak aşağıdaki şekilde karar vermek gerekmiştir…” gerekçesi ile davanın kabulüne karar vermiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve yasa ile dosya içeriğine uygundur, aksine itirazların hiçbirisi yerinde görülmemiştir.
Tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belgelere, hukuki ilişkinin nitelendirilmesine, İlk Derece Mahkemesi’nin objektif, mantıksal ve hayatın olağan akışına uygun, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitlerine ve uyuşmazlığa uygulanması gereken hukuk kuralları ile İlk Derece Mahkemesi kararında yazılı gerekçelere göre davalı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN REDDİNE karar vermek gerekmiştir.
B-Kamu düzeni açısından maddi-hukuki durumun incelenmesinde; İlk Derece Mahkemesi’nin kararında Dairemizce re’sen gözetilecek kamu düzenine aykırılık hallerinden hiç birisinin bulunmadığı saptanmıştır.
HÜKÜM :Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;
İlk Derece Mahkemesi kararı usul ve esas yönünden hukuka uygun bulunduğundan, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 353/1,b-1. maddesi gereğince davalı vekilinin istinaf başvurusunun ESASTAN REDDİNE,
İstinaf başvurusu sırasında gerekli harç alınmış olmakla yeniden harç alınmasına yer olmadığına,
Davalı tarafça yapılan istinaf yargılama giderlerinin kendi üzerinde bırakılmasına,
İstinaf incelemesi sırasında duruşma açılmadığından davacı yararına istinaf vekalet ücreti takdirine yer olmadığına,
Karar tebliğ ve harç tahsil müzekkeresi işlemlerinin ilk derece mahkemesi tarafından yapılmasına,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda, 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 7/3 maddesi yollaması ile 6100 sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi uyarınca KESİN olmak üzere, 20/10/2021 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 31. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2023/892
Karar Numarası: 2023/1638
“Yerel mahkemece verilen karar sonrasında istinaf başvurusu üzerine dosya üzerinde yapılan inceleme sonunda:
TARAFLARIN İDDİA ve SAVUNMALARININ ÖZETİ:
İDDİA: Davacı vekili, arabuluculuk tutanağının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
SAVUNMA: Davalı davanın reddine karar verilmesini istemiştir.
İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ: Mahkemece, “Dava, arabuluculuk tutanağının iptali istemine ilişkindir.
Davacı vekili özetle, hileli söylemler ile müvekkilinin iradesinin yanıltıldığını beyan ederek arabuluculuk tutanağının iptalini talep etmiştir.
Davacının iptalini talep ettiği ihtiyari arabuluculuk anlaşma belgesinin 01/04/2020 tarihli olduğu anlaşılmıştır. Mahkememizde açılan davanın tarihinin ise 01/04/2022 tarihi olduğu anlaşılmıştır. Dosyada eksik bir husus kalmaması için taraf tanıkları dinlenmiş, dosya incelenmiştir. Davalı vekili 01/11/2022 tarihli beyan dilekçesi ile davacı ile aynı durumda olan bir işçi ile ilgili emsal karar sunduğunu beyan etmiştir. İlgili karar incelendiğinde davalı şirkete karşı aynı mahiyette açılan arabuluculuk tutanağının iptaline ilişkin davada ilk derece mahkemesi tarafından kabul kararı verilmiş olup, İstanbul BAM 32. HD. 2022/1312 E. – 1184 K. Sayılı ilâmı ile ilk derece mahkemesinin kararını kaldırarak davanın reddine karar vermiştir.
Somut olayda dosya içerisinde mevcut ihtiyari arabuluculuk tutanakları incelendiğinde sırasıyla; 01/04/2020 tarihli Arabulucu Belirleme Tutanağı başlıklı belgede; davacı işçi ile davalı işverenliğin isim ve adreslerinin bulunduğu, ihtiyari arabuluculuk konusunun işçilik alacakları olduğu, tutanakta, “Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Kanunu ve İş Kanunu gereğince ihtiyari arabuluculuk hükümleri çerçevesinde uyuşmazlığın arabuluculuk yolu ile çözümü için tarafımızdan arabulucu olarak 6208 sicil numaralı arabulucu H. Y. belirlenmiştir. Arabulucuk başvuru işlemlerinin bu şekilde yapılmasını talep ederiz… ” yazılı olduğu, tutanak altında taraflar ile arabulucu H. Y.’nun ihtirazi kayıtsız imzasının olduğu görülmüştür. Her ne kadar davacı vekilince, davacının arabulucuya başvurusuna dair bir belge bulunmadığı iddia edilmiş ise de, yukarıda açıklanan belgeden, tarafların ihtiyari arabulucu H. Y.’nun tayini konusunda birlikte hareket ettikleri, ortak kararla arabulucuyu seçtikleri anlaşılmaktadır. 01/04/2020 tarihli Arabuluculuk Bilgilendirme Tutanağı başlıklı belgede; taraflara arabuluculuk görüşmeleri ile ilgili taraflara bilgilendirme ve aydınlatma yapıldığı, söz konusu tutanağın taraflarca ve arabulucu tarafından ihtirazi kayıtsız imzalandığı görülmüştür. İhtiyari Arabuluculuk Son Oturum Tutanağı başlıklı belgede; ihtiyari arabuluculuk görüşmelerinin 6325 sayılı Kanun 17. maddesi çerçevesinde 01/04/2020 tarihinde anlaşma ile sona erdiğinin yazılı olduğu, taraflarca ve arabulucu tarafından ihtirazi kayıtsız imzalandığı görülmüştür. Her ne kadar davacı vekilince, ibra niteliğinde arabuluculuk tutanağı düzenlendiği iddia edilmiş ise de, Yargıtay 9. Hukuk Dairesi’nin 2022/436 Esas ve 2022/1380 Karar sayılı kararında;” Arabulucu önünde yapılan anlaşmada ibraya ilişkin 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 420. maddesinin uygulanması mümkün değildir. Aksi kabulde arabulucu önünde tarafların anlaşması imkansız hale gelir. Nitekim 6325 sayılı Kanunun 18/5 madde hükmünde arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı öngörülmüş olup, buna göre ibraya ilişkin düzenlemelerden hareketle arabuluculuk anlaşma tutanağının geçerliliği değerlendirilemez.” denilmekte olup, söz konusu anlaşma tutanağının ibra niteliğinde olduğunu söylemek mümkün değildir. Her ne kadar davacı vekilince, iradilik ilkesinin ihlal edildiği, hileli söylemler ile davacının ve arkadaşlarının iradesinin yanıltıldığı ileri sürülmüş ise de, Türk Borçlar Kanunun 39. maddesinde, yanılma veya aldatma sebebi ile ya da korkutulma sonucunda sözleşme yapan tarafın, yanılma veya aldatmayı öğrendiği ya da korkutmanın etkisinin ortadan kalktığı andan başlayarak 1 yıl içinde sözleşme ile bağlı olmadığını bildirmemesi veya verdiği şeyi geri istememesi halinde, sözleşmeyi onadığının kabul edilmiş sayılacağı hükmünün düzenlenmesi, söz konusu ihtiyari arabuculuk anlaşma tutanağının 01/04/2020 tarihinde düzenlenmiş olması, işbu davanın ise 01/04/2022 tarihinde açılmış olması karşısında, kanunda öngörülen 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği, kaldı ki davacı işçinin iradesinin fesada uğratıldığına ilişkin somut herhangi bir delilin ileri sürülmediği ve iddianın sübut da bulmadığı kanaatine varılmıştır. 1 yıllık hak düşürücü sürede açılmaması da bunun bir göstergesidir. İhtiyari arabuluculuk görüşmelerinin, davalı işverenliğe ait işyerinde yapılmış olması, arabuluculuk tutanağını geçersiz hale getirmeyeceği yukarıda zikredilen BAM kararında ifade edilmiştir. Arabuluculuk tutanak ve ekleri ile yukarıda yapılan açıklamalar hep birlikte değerlendirildiğinde; davacı vekilinin müvekkilinin iradesinin fesada uğratıldığı iddiasının usulüne uygun delillerle ispatlanamadığı, Türk Borçlar Kanunu’nun 30. ve devamı ile 39. maddeleri gereğince davanın 1 yıllık hak düşürücü süre geçirildikten sonra açıldığı, ihtiyari arabuluculuk tutanak ve eklerinde herhangi bir usule aykırılık bulunmadığı anlaşılmakla davanın reddine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.
HÜKÜM:
Davanın REDDİNE,” karar verilmiştir.
İSTİNAF SEBEPLERİ:
Davacı vekili, davacının irade sakatlığını kendilerine başvurması sonrası öğrendiğini, sözleşmenin TBK 420.madde ibraname hükümlerine aykırı hükümsüz olduğu gerekçeleriyle yerel Mahkeme kararının kaldırılmasına karar verilmesini talep etmiştir.
GEREKÇE:
Hukuk Muhakemeleri Kanunu (HMK) 355. maddesine göre istinaf incelemesi, istinaf talep edenin sıfatı da gözetilerek istinaf dilekçesinde belirtilen sebepler ve kamu düzenine aykırılık hususlarıyla sınırlı ve HMK 356/1.maddesi gereği incelemenin duruşmalı yapılmasını gerektiren eksik bir husus görülmemekle duruşmasız olarak yapılmıştır.
Davacı tarafça arabuluculuk anlaşmazlık tutanağının iptali talebi yönünden istinaf edilen kararda, tarafların karşılıklı iddia ve savunmalarına, dayandıkları belge ve delillere göre; ilk derece mahkemesinin uyuşmazlık konusu hukuki ilişki ve hususları nitelemesi, dosyadaki verilerle çelişmeyen tespitleri, delilleri takdir ve değerlendirmesi, uyuşmazlığın çözümü için gereken hukuk kurallarını uygulaması, uyuşmazlık konusu hususları gerekçelendirmesi isabetli olup, kamu düzenine aykırı bir husus da tespit edilmediğinden, yerinde bulunmayan istinaf itirazlarının 6100 sayılı HMK’nun 353/1-b.1 ve 355. maddeleri uyarınca esastan reddine ilişkin oy birliği ile aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.
HÜKÜM:
1.Davacı vekilinin istinaf başvurusunun HMK’nin 353/1-b-1. maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2.İstinaf Karar harcı bakımından Harçlar Kanunu’nun mahkeme harçlarını düzenleyen 1. Tarife, A-3-e bendi gereği alınması gerekli 269,85 TL harçtan peşin alınan 179,90 TL harcın mahsubu ile 89,95 TL harcın davacıdan alınarak Hazineye gelir kaydına,
3.HMK’nin 359/4. maddesi gereğince, kararın tebliği ile 302/5. maddesi gereğince, harç tahsil müzekkeresi yazılması işlemlerinin ilk derece mahkemesi tarafından yapılmasına,
4.HMK’nın 333. Maddesi uyarınca kullanılmayıp kalan istinaf gider avansının olması durumunda davacıya iadesine,
Dair, dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu’nun 9 uncu maddesinin yollamasıyla 6170 sayılı HMK’nın 362/1-a maddesi uyarınca miktar itibariyle KESİN olmak üzere 17/07/2023 tarihinde oy birliği ile karar verildi.”
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ
Esas Numarası: 2024/6707
Karar Numarası: 2024/10412
Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili ve katılma yoluyla davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince başvuruların ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; iş sözleşmesinin davacı tarafından emeklilik nedeniyle feshedildiğini, işverenin isteği üzerine istifa dilekçesi verdiğini, kıdem tazminatı ödeneceği yönünde belgeler imzalatıldığını, işverenin isteğiyle arabuluculuk tutanağı tutulacağının bildirildiğini ve davacının tüm yasal haklarını elde edeceği inancıyla işverenin talimatlarına uyduğunu, tazminat ve diğer alacaklarına karşılık 59.751,31 TL tahsil edilebildiğini, fesihten sonra yaşanan süreçte arabuluculuk dosyası oluşturulduğunu ve 2021/134856 sayılı ihtiyari arabuluculuk belgesi düzenlendiğini, arabuluculuk belgelerinin hukuken geçersiz olup arabuluculuk sürecinin yasal mevzuata uygun gerçekleştirilmediğini, ihtiyari arabuluculuk sürecini yürüten arabulucunun aynı zamanda davalının vekili olduğunu, davacının arabuluculuk başvurusunun bulunmadığını, sürecin işverenin talimatıyla yürütüldüğünü, baskıyla tutanakların imzalatılarak 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 420 nci maddesi uyarınca ibra etkisi kazandırılmaya çalışıldığını, kıdem tazminatı bordrosunun aksine ödemenin içinde diğer işçilik alacaklarını da kapsadığı yönünde düzenlendiğini, arabuluculuk görüşmelerinin hiç yapılmadığını, arabuluculunun daveti ile görüşmenin yapıldığı adrese gidildiğini, ihtiyari arabuluculuk önünde imzalatılan anlaşma belgesi ve diğer tutanakların suretlerinin davacıya verilmediğini, arabuluculuk ücreti eşit olarak ödeneceği hâlde ücretin tamamının davalı tarafından ödeneceğinin kararlaştırıldığını, bütün bu hususların dikkate alınarak davaya konu edilen alacaklar yönünden işin esasına girilerek bakiye kıdem tazminatı, yıllık ücretli izin, fazla çalışma, hafta tatili ile ulusal … ve genel tatil ücretlerinin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; tarafların ihtiyari arabulucu önünde dava konusu alacaklara ilişkin anlaşma belgesi düzenlediğini, davacının ilk anlaşma belgesinin geçersizliğinin iptali veya geçersizliği yönünde bir karar sunmadan dava açamayacağını, alacakların zamanaşımına uğradığını, davacının belirsiz alacak davası açmasında hukuki yararı bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının dava konusu alacaklar yönünden davalı ile ihtiyari arabuluculuk sürecinde anlaşarak anlaşma belgesinin düzenlendiği, üzerinde anlaşılan hususlarda dava açılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı davacı vekili ve katılma yoluyla davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuşlardır.
B. İstinaf Sebepleri
1. Davacı vekili; arabuluculuk sürecine ilişkin dava dilekçesindeki iddialarını tekrarlayarak İlk Derece Mahkemesince yargılamanın gereği gibi sürdürülmediği ve sonuçlandırılmadığını, tanıklar dinlenmeden ve deliller toplanmadan karar verildiğini belirterek İlk Derece Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile istinaf yoluna başvurmuştur.
2. Davalı vekili; davalı lehine maktu olarak hükmedilmesi gereken vekâlet ücretinden daha az vekâlet ücretine hükmedilmesinin hatalı olduğunu belirterek istinaf yoluna başvurmuştur.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; davacının dava dilekçesinde ihtiyari arabuluculuk anlaşma belgesinin düzenlenmesi ile ilgili kesin hükümsüzlük iddiası yanında irade fesadı iddialarında da bulunduğu, irade fesadı hâlleri için 6098 sayılı Kanun’un 28 vd. maddelerinde irade fesadının ortadan kalktığı tarihten itibaren bir yıl içinde ileri sürerek dava açması gerektiği, ihtiyari arabuluculuk anlaşma belgesinin 01.07.2021 tarihinde düzenlendiği işbu davanın ise 30.07.2022 tarihinde açıldığı dikkate alındığında irade fesadı iddiası süresinin geçtiği ancak kesin hükümsüzlük iddiasının kanunun emredici hükümlerine, ahlaka ve kamu düzenine aykırılık hallerini kapsadığından her zaman incelenmesinin mümkün olduğu, dosya kapsamına göre 6098 sayılı Kanun’un 27 nci maddesi uyarınca dava konusu alacaklara ilişkin imzalanan 01.07.2021 tarihli ve 2021/134856 sayılı ihtiyari arabuluculuk anlaşma belgesinde kesin hükümsüzlük nedenlerine ilişkin yapılan iddiaların çelişkili olduğu ve bu yönde bir tespit yapılamadığı ayrıca davalı lehine hükmedilen vekâlet ücretinde hata bulunmadığı gerekçeleriyle tarafların istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar vermiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili; istinaf dilekçesinde ileri sürülen gerekçeler ve resen dikkate alınacak nedenlerle Bölge Adliye Mahkemesi kararının ortadan kaldırılması ve davanın kabulüne karar verilmesi istemi ile temyiz yoluna başvurmuştur.
C. Gerekçe
1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık davada hukuki dinlenilme hakkının kısıtlanıp kısıtlanmadığına ilişkindir.
2. İlgili Hukuk
1. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın (Anayasa) “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36 ncı maddesinin birinci fıkrası şöyledir:
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
2. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun “Hukuki dinlenilme …” kenar başlıklı 27 nci maddesinin birinci fıkrası “Davanın tarafları, müdahiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahiptirler.” düzenlemesini içermektedir.
3. Değerlendirme
1. Davanın tarafları, müdâhiller ve yargılamanın diğer ilgilileri, kendi hakları ile bağlantılı olarak hukuki dinlenilme hakkına sahip olup bu hak, yargılama ile ilgili olarak bilgi sahibi olunmasını, açıklama ve ispat hakkını, mahkemenin, açıklamaları dikkate alarak değerlendirmesini ve kararların somut ve açık olarak gerekçelendirilmesini içermektedir.
2. Mahkeme, iki tarafa eşit şekilde hukuki dinlenilme … tanıyarak hükmünü vermelidir. Anayasa’nın 36 ncı maddesinde düzenlenen adil yargılanma hakkının en önemli unsuru olan hukuki dinlenilme …, adil yargılanma … içinde teminat altına alınmıştır. Bu hakka, tarafın hâkime meramını anlatma … ya da iddia ve savunma … da denilmektedir.
3. Hukuki dinlenilme … açıklamada bulunma hakkını ve dolayısıyla delil bildirme, bildirilen delillerin toplanmasını ve değerlendirilmesini de kapsar. Davanın taraflarının, usul hukuku hükümlerine aykırı olarak ispat hakkını kullanmalarının kısıtlanması, iddia ve savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurur.
4. Somut olayda İlk Derece Mahkemesince iki davacı tanığının dinlenmesi için Karabük İş Mahkemesine talimat yazılmış, 02.11.2022 tarihli celsede ise yazılan talimatların işlemsiz iadesine karar verilerek dava sonuçlandırılmıştır. Davacının ispat hakkını kullanmasına imkân verilmeden yargılamanın sona erdirilmesi hukuki dinlenilme hakkının ihlali niteliğindedir. Belirtilen sebeple; davacı tanıkları dinlenilerek davacıya ispat hakkını kullanabilme imkânı tanındıktan sonra tüm dosya kapsamına göre yeniden değerlendirme yapılmak suretiyle işin esasına yönelik karar verilmelidir. Temyiz edilen kararın açıklanan sebeplerle bozulması gerekmiştir.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
2. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Bozma sebebine göre davacı vekilinin diğer temyiz itirazlarının incelenmesine şimdilik yer olmadığına,
Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde ilgilisine iadesine,
Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine,
02.07.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.”
Yargıtay 9. Hukuk Dairesi 2021/12911 E. , 2022/1387 K.
“Taraflar arasında görülen dava sonucunda verilen kararın, temyizen incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmekle, temyiz talebinin süresinde olduğu anlaşıldı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor dinlendikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
Y A R G I T A Y K A R A R I
Davacı İsteminin Özeti:
Davacı vekili, davacı ile davalı işveren arasında davaya konu ihtiyari arabuluculuk sözleşmesi 20/03/2019 tarihinde imzalandığını, davacının çalıştığı bir dönemde 02/12/2010 tarihi ile 21/01/2019 tarihinde bir dönemi kapsayacak şekilde bir kısım işçilik alacakları, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, maaş prim alacağı, fazla mesai ücret alacağı, genel tatil ücret alacağı, hafta sonu tatil ücreti alacağı, milli ve dini bayram ücreti alacağı, yıllık izin ücreti alacağı gibi kalemler belirtilip alacak miktarının tespiti dahi yapılmadan toplam 30.000,00 TL karşılığı anlaşma yapıldığı şeklinde tutanak davacıya imzalattığına, tutanaktaki yazılanlar hiçbirisi davacı iradesi ile oluşturmadığı gibi tutanakta yapılanlarla ilgili davacı bilgisi bulunmadığını, davalı şirketin tamamen kötü niyetli olarak davacının 10 seneyi aşkın çalışmalarının karşılıklarını almasını engellemek için davacı iradesi ve bilgisi dışında kendi tanıdıkları arabulucuyu ayarlayarak 4 ile 5 katı alacağını vermemek için davacıyı yanıltarak ihtiyari arabuluculuk sözleşmesini imza ettirdiklerini, davacının bilgisiz ve tecrübesizliğinden faydalandıklarını, davacının 10 yıllık emeğine karşılık ödenmesi taahhüt edilen miktar gerçek alacağının çok altında olduğunu iddia ederek ihtiyari arabuluculuk tutanağının iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalı Cevabının Özeti:
Davalı vekili, davacının 02/12/2010-21/01/2019 tarihleri arasında şoför olarak çalıştığını, davalı ile davacı arasında iş sözleşmesinden kaynaklanan alacaklar hakkında ihtiyari arabuluculuğa başvurduğunu, tarafların 20/03/2019 tarihli arabuluculuk tutanağını imzalayarak karşılıklı anlaşmaya vardıklarını, davacının müvekkilinin bilgisizliğinden ve tecrübesizliğinden faydalanıldığından bahisle sözleşmenin iptalini istetiğini ancak iddiasının ispatlayacak hiçbir delil sunmadığını, bir işçinin kıdem tazminatı konusunda bilgisiz olması hayatın olağan akışı içerisinde mümkün olmadığını, davacının eğitimli okuma yazma bilen 10 yılı aşkın iş tecrübesinin olduğunu, bu sebeple davanın bilgisizliğinden ve tecrübesizliğinden yararlanılması gibi bir durum söz konusu olmadığını, davaya konu arabuluculuk tutanağının müzakere edilerek sözleşme hazırlandığını, sözleşmede yazılan bu hususun davacı tarafından bilinmediğinin iddia edilmesinin tamamen kötü niyetli olduğunu savunarak davanın reddini talep etmiştir.
İlk Derece Mahkemesi Kararının Özeti:
İlk Derece Mahkemesince, davacının brüt ücretinin 7.273,64 TL olduğu ve tanık beyanlarına göre davacının haftanın 33 saat fazla çalışma yapıp: dini ve resmi bayramlarda çalıştığı göz önünde bulundurularak hazırlanan bilirkişi hesap raporu ile tespit edilen toplam işçilik alacağı tutarı ile dava konusu ihtiyari arabuluculuk tutanağında belirtilen tutar arasında oransızlık bulunduğu ve gabinin objektif şartlarının mevcut olduğu; ancak davacının tecrübesizliğinden ve bilgisizliğinden yararlanıldığına ilişkin dosyada delil bulunmadığı, dava konusu olayda gabinin subjektif şartlarının mevcut olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
İstinaf Başvurusu :
İlk Derece Mahkemesinin kararına karşı davacı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesi Kararının Özeti:
Bölge Adliye Mahkemesince, “Dosyada bulunan arabuluculuk tutanağına göre, kıdem tazminatı, ihbar tazminatı, fazla mesai ücret alacağı, hafta tatili ücret alacağı, yıllık izin ücreti karşılığı olarak net 30.000,00 TL ödenmesi ve kararlaştırılan ödemenin bunların tam karşılığı olduğu konusunda anlaşıldığı, davacıya ödeme yapıldığı, davacının yaşı, hayat tecrübesi, kıdem süresi ve eğitim durumu itibari ile imzaladığı sözleşmenin sonuçlarını bilebilecek durumda olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca davacı davalı tarafça kandırıldığını belitmişse de, ne şekilde kandırıldığına dair somut bir açıklamada bulunmadığı, arabuluculuğa gitmesi için bir neden bulunmadığını ifade etmişse de, gerek davacı, gerekse davalı tanık beyanlarında davacı ile davalının ihtiyari arabuluculuk görüşmesi yaptığı ve anlaşmaya vardıklarının, davacıya bu konuda baskı yapıldığını görmediklerinin, davacının belirli bir para karşılığında işe devam etmesi hususunda anlaştıklarının ve davacı ve davalı ortak tanığının beyanında da arabuluculuk tutanağının imzalanmasından sonra davacının bir ay kadar çalıştığının ve davalının başka bir şoför aldığının duyması üzerine işi bıraktığının ifade edildiği anlaşılmaktadır.
Arabuluculuk son tutanağı sahteliği ispatlanıncaya kadar geçerli ilam niteliğindeki belgelerdendir. Sahteliği konusunda bir iddia olmadığı gibi, fiil ehliyetsizliği, kısıtlılık halleri dışında irade fesadına dayalı iddiaların somut ve kesin delillerle ortaya konulması gerekmektedir.
Bu kapsamda, dosyadaki bilgi ve belgeler, tanık anlatımları bir arada değerlendirildiğinde, davacının iradesinin fesada uğratıldığı ve kandırıldığı hususunun somut olarak ortaya konmadığı, dosyada tanık anlatımları ile davacının aylık brüt ücreti ve haftada 33 saat fazla mesai yaptığı ve dini ve milli bayramlarda çalıştığı belirlenerek bilirkişi raporunda tespit edilen toplam işçilik alacağı ile ihtiyari arabuluculuk tutanağında belirtilen tutar arasında oransızlık bulunduğu belirtilmişse de, kesin kayıtlara dayalı olarak bir hesaplama yapılmadığı gibi, davacının tecrübesizliğinden ve bilgisizliğinden yaralandığına dair de dosyada somut delil bulunmadığı,davacı tarafça ileri sürelin iddiaların ispatlanamadığı, mahkemenin bu yöndeki tespit ve değerlendirmelerinin dosya içeriğine uygun olduğu, davacı vekilinin istinaf itirazının yerinde olmadığı anlaşılmıştır” gerekçesiyle davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Temyiz Başvurusu:
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Gerekçe:
Davacı işçi, davalı işveren tarafından başlatılan arabuluculuk görüşmelerinin kanuna uygun yürütülmediğini, hakları konusunda yeterince aydınlatılmadığını ve usulüne uygun bir müzakere ortamı oluşturulmadan tarafların anlaştıklarına ilişkin tutanak düzenlendiğini, düzenlenen tutanağın hangi amaçla oluşturulduğunu ve mahiyetini bilmediğini, bu konuda kendisine herhangi bir bilgi verilmediğini, iş sözleşmesi devam ederken düzenlenen bu tutanağın geçersiz olması gerektiğini iddia ederek anlaşma tutanağının iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı işveren, arabuluculuk tutanağının usule uygun olarak düzenlendiğini, iptalini gerektiren bir husus bulunmadığını savunmuştur.
İlk Derece Mahkemesince gabinin objektif şartlarının bulunduğu ancak davacının iradesinin fesada uğratıldığını gösteren bir delil olmadığı kabul edilerek gabinin subjektif şartlarının oluşmadığı gerekçesiyle dava reddedilmiştir.
Somut olayda, davacı işçinin davalıya ait işyerinde 01/01/2010- 26/04/2019 tarihleri arasında çalıştığı anlaşılmaktadır. Davalı işveren tarafından ihtiyari arabuluculuk süreci başlatılarak düzenlenen anlaşma tutanağında davacıya kıdem ve ihbar tazminatı ile fazla mesai, ulusal bayram genel tatil ve yıllık izin ücreti alacaklarına karşılık toplam 30.000,00 TL ödeneceği kararlaştırılmıştır. Tutanağın düzenlendiği 20/03/2019 tarihi itibariyle iş sözleşmesi devam eden davacıya kıdem ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti gibi iş sözleşmesinin sona ermesine bağlı tazminat ve alacakların ödeneceğinden söz edilmesi çelişki oluşturmaktadır. Gerçekten tutanakta belirtildiği üzere 21.01.2019 günü davacının işten çıkışının, 23.01.2019 günü ise tekrar işe girişinin yapılması, bu şekilde gerçekte bir fesih işlemi olmadığı halde avans niteliğinde ödemelerin kıdem ve ihbar tazminatı olarak gösterilmesi, ayrıca iş sözleşmesi sona ermediği halde kullandırılmayan yıllık izin hakkının parasal alacağa dönüştürülmesi kanuna uygun görülemez. Belirtmek gerekir ki, gerçekte bir fesih söz konusu olmadığı halde işçiye ihbar ve kıdem tazminatı adı altında bir ödemenin arabulucu önünde yapılan anlaşma ile kararlaştırılmış olması ödemenin avans niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde iş sözleşmesi sona ermediği halde yıllık ücretli izin hakkının arabulucu anlaşma tutanağı ile paraya tahvil edilmesi de kabul edilemez. Bu nedenle arabuluculuk tutanağının geçersiz olduğunun tespitine karar verilmelidir. Her ne kadar davacı tarafından harca esas değer gösterilerek dava açılmış ise de dava dilekçesinin sonuç kısmında sadece arabuluculuk tutanağının iptaline karar verilmesi talep edildiğinden dava niteliği itibariyle tespit davası olup kısmi ıslah suretiyle davanın alacak davasına dönüştürülmesi mümkün değildir. Bu nedenle davanın tespit davası olarak görülüp sonuçlandırılması gerekirken yazılı şekilde sonuca gidilmesi ve davacının istinaf talebinin reddine karar verilmesi hatalıdır.
SONUÇ: Temyiz olunan İlk Derece Mahkemesi kararının ve bu karara karşı istinaf başvurusunu esastan reddeden Bölge Adliye Mahkemesi kararının, yukarıda yazılı sebepten dolayı BOZULARAK ORTADAN KALDIRILMASINA, dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin ise Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, peşin alınan temyiz karar harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 07/02/2022 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
YARGITAY 9. HUKUK DAİRESİ
Esas No : 2024/10147
Karar No : 2024/13332
“Taraflar arasındaki alacak davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İlk Derece Mahkemesince davanın reddine karar verilmiştir.
Kararın davacı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, Bölge Adliye Mahkemesince davacı vekilinin
istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesi kararı davacı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesince 04.08.2023 tarihli ek karar ile kararın kesin olduğu gerekçesiyle temyiz
başvurusunun reddine karar verilmiştir.
Ek karar davacı vekili tarafından temyiz edilmekle; süre, temyiz şartı ve diğer usul eksiklikleri yönünden
yapılan ön inceleme sonucunda temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildi.
Bölge Adliye Mahkemesince kararın kesin nitelikte olması nedeniyle temyiz dilekçesinin reddine karar
verilmiş ise de davacının dava dilekçesinde ileri sürdüğü ücret, hizmet süresi ve çalışma düzenine ilişkin
hususlar göz önüne alındığında kararın kesin olduğundan söz edilmeyeceği ve temyiz dilekçesinin reddine ilişkin ek kararın hatalı olduğu anlaşılmakla; 04.08.2023 tarihli ek kararın bozularak ortadan
kaldırılmasına karar verilmiştir.
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen asıl kararı davacı vekili tarafından temyiz
edilmekle, ek kararın kaldırılmasına karar verildikten sonra; kesinlik, süre, temyiz şartı ve diğer usul
eksiklikleri yönünden yapılan ön inceleme sonucunda, temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten ve
Tetkik Hâkimi tarafından hazırlanan rapor dinlendikten sonra dosyadaki belgeler incelenip gereği
düşünüldü:
I. DAVA
Davacı vekili dava dilekçesinde; müvekkilinin davalı işyerinde 14.07.2012-29.04.2021 tarihleri arasında
çalıştığını, davacının iş sözleşmesinin haklı neden olmaksızın davalı tarafça feshedildiğini, davacının son
ücretinin brüt 3.500,00 TL civarında olduğunu, davacının haftalık ortalama 90 saat çalıştığını, fazla
çalışma ücretlerinin ödenmediğini, davacının ulusal bayram ve genel tatil günlerinde çalışma yaptığını,
davalı işyerinde hafta tatili kullandırılmadığını, asgari geçim indirimi alacağının ödenmediğini ileri
sürerek kıdem ve ihbar tazminatları ile fazla çalışma, ulusal bayram ve genel tatil ücreti, hafta tatili
ücreti, yıllık izin ücreti ve asgari geçim indirimi alacaklarının davalıdan tahsiline karar verilmesini talep
etmiştir.
II. CEVAP
Davalı vekili cevap dilekçesinde; davanın 6325 sayılı Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabaluculuk
Kanunu’nun (6325 sayılı Kanun) 18 inci maddesi gereğince esasa girilmeden reddine karar verilmesi
gerektiğini, davacının 09.10.2020 tarihinde istifa ederek işyerinden ayrıldığını, daha sonra müvekkilinin
başvurusu ve davacının onayı ile tarafların ihtiyari arabuluculuk görüşmeleri sonucunda anlaşmaya
vardıklarını, davacının tekrar iş başvurusunda bulunduğunu ve tecrübeli bir işçi olması sebebiyle
18.10.2020 tarihinde tekrar işe alındığını, davacının 29.04.2021 tarihinde tekrar istifa ettiğini ve daha
sonra yine müvekkilinin başvurusu ve davacının onayı ile tarafların ihtiyari arabuluculuk görüşmeleri
sonucunda anlaşmaya vardıklarını, davacıya anlaşılan tutar üzerinden ödeme yapıldığını, anlaşma
belgelerinden de görüleceği üzere, davacının çalıştığı süre boyunca ücret ve eklerini aldığı, ulusal bayram
ve genel tatil günlerinde çalışmalarının karşılığını aldığı ya da izin kullandığı, yıllık izinlerini kullandığı,
hafta tatillerini kullandığı veya karşılığı ücretlerini aldığı, davalı işyerinde fazla çalışma yapılmadığı,
yapılmış ise karşılığının ödendiği veya serbest zaman kullandırıldığı, davacının işyerinde kendi isteği ile
ayrılması sebebiyle kıdem ve ihbar tazminatlarına hak kazanmadığı hususlarında anlaşma sağlandığını,
yapılan her iki anlaşma sonucunda davacıya fazla çalışma, hafta tatili, ulusal bayram ve genel tatil, yıllık
izin, ücret ve asgari geçim indirimi alacaklarının karşılığında ödeme yapıldığını, anlaşılan hususlarla
ilgili olarak dava açılamayacağını, davacının ödenmeyen alacağının bulunmadığını savunarak davanın
reddini istemiştir.
III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile; taraflar arasında yapılan
arabuluculuk görüşmeleri sonucunda düzenlenen 30.04.2021 tarihli arabuluculuk tutanağında dava
konusu alacaklar hakkında görüşme yapılarak anlaşmaya varıldığı, arabuluculuk tutanaklarının sahteliği
ispat edilinceye kadar geçerli belgelerden olduğu, 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesi gereğince
arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılan hususlar hakkında dava açılmasının mümkün olmadığı
gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
IV. İSTİNAF
A. İstinaf Yoluna Başvuranlar
İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili istinaf
başvurusunda bulunmuştur.
B. İstinaf Sebepleri
Davacı vekili; arabuluculuk görüşmelerinin geçersiz olduğunu, tutanakların davalı işyerinde, aynı
zamanda davalının vekili olan arabulucu tarafından düzenlendiğini, arabuluculuk görüşmelerinin
tarafların serbestçe tasarruf edemeyecekleri bir zamanda henüz taraflar arasında uyuşmazlık konusu
bulunmadan ibra niteliğinde düzenlendiğini, tutanaklarda davacının tüm alacaklarını aldığının
belirtildiğini, davacının 10.10.2020 tarihli arabuluculuk görüşmeleri sırasında her şeyden habersiz olarak
çalışmasına devam ettiğini, davalı tarafça sunulan cevap dilekçesi ile arabuluculuk tutanaklarının çelişkili
olduğunu, arabuluculuk tutanaklarının geçersiz olduğuna yönelik iddia ileri sürüldüğü takdirde bu husus
incelenmeksizin davanın reddine karar verilmesinin hatalı olduğunu belirterek istinaf yoluna
başvurmuştur.
C. Gerekçe ve Sonuç
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararıyla; davacının davalıya ait
işyerinde satın alma şefi olarak çalışırken 29.04.2021 tarihinde görev yerinin değiştirildiği, davacının bu
görev değişikliğini kabul etmeyerek kıdem tazminatının ödenmesini talep ettiği, iş sözleşmesinin sona
ermesinden sonra davalı tarafın talebi üzerine tarafların ihtiyari arabuluculuk yoluna başvurduğu ve
30.04.2021 tarihli anlaşma belgesini imzaladıkları, davacı tarafça irade fesadına yönelik olarak delil
sunulmadığı, arabulucunun tarafsız olmadığının ispatlanamadığı, 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesine
göre arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşılan hususlar hakkında dava
açılamayacağı, ibraya ilişkin düzenlemelerden hareketle arabuluculuk anlaşma tutanağının geçerliliğinin
denetlenemeyeceği belirtilerek davacı vekilinin istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
V. TEMYİZ
A. Temyiz Yoluna Başvuranlar
Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili temyiz
isteminde bulunmuştur.
B. Temyiz Sebepleri
Davacı vekili, istinaf dilekçesinde ileri sürdüğü sebepleri tekrar ederek kararı temyiz etmiştir.
C. Gerekçe
Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme
Uyuşmazlık, ihtiyari arabuluculuk anlaşma belgelerinin 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin
beşinci fıkrası kapsamında geçerli bir anlaşma belgesi olup olmadığı ve bunun sonucuna göre davacının
dava konusu alacaklara hak kazanıp kazanmadığı hususundadır.
İlgili Hukuk
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (6100 sayılı Kanun) 369 uncu maddesinin birinci
fıkrası ile 371 inci maddesi.
6325 sayılı Kanun’un “Amaç ve kapsam” kenar başlıklı 1 inci maddesinin ikinci fıkrasının ilgili
bölümü şöyledir:
“Bu Kanun, yabancılık unsuru taşıyanlar da dâhil olmak üzere ancak tarafların üzerinde serbestçe
tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk uyuşmazlıklarının çözümlenmesinde
uygulanır …”
6325 sayılı Kanun’un “Tanımlar” kenar başlıklı 2 nci maddesinin ilgili bölümü şöyledir:
“…
(b) Arabuluculuk: Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak
amacıyla tarafları bir araya getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini
kendilerinin üretmesini sağlamak için aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların
çözüm üretemediklerinin ortaya çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış
olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm
yöntemini,
…
ifade eder”
6325 sayılı Kanun’un “İradi olma ve eşitlik” kenar başlıklı 3 üncü maddesi şöyledir:
“(1) Taraflar, arabulucuya başvurmak, süreci devam ettirmek, sonuçlandırmak veya bu süreçten
vazgeçmek konusunda serbesttirler. (Ek cümle:6/12/2018-7155/22 md.) Şu kadar ki dava şartı olarak
arabuluculuğa ilişkin 18/A maddesi hükmü saklıdır.
(2) Taraflar, gerek arabulucuya başvururken gerekse tüm süreç boyunca eşit haklara sahiptirler.”
6325 sayılı Kanun’un 9 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre arabulucu görevini özenle,
tarafsız bir biçimde ve şahsen yerine getirir.
6325 sayılı Kanun’un 11 inci maddesinin birinci fıkrasında arabulucunun, arabuluculuk
faaliyetinin başında, tarafları arabuluculuğun esasları, süreci ve sonuçları hakkında gerektiği gibi
aydınlatmakla yükümlü olduğu düzenlenmiştir.
6325 sayılı Kanun’un “Arabulucuya başvuru” kenar başlıklı 13 üncü maddesinin birinci fıkrası
şöyledir:
“Taraflar dava açılmadan önce veya davanın görülmesi sırasında arabulucuya başvurma
konusunda anlaşabilirler. Mahkeme de tarafları arabulucuya başvurmak konusunda aydınlatıp, teşvik
edebilir.”
6325 sayılı Kanun’un 15 ve 17 nci maddeleri.
6325 sayılı Kanun’un “Tarafların anlaşması” kenar başlıklı 18 inci maddesinin beşinci fıkrası
şöyledir:
“(Ek: 12/10/2017-7036/24 md.) Arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde,
üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamaz.”
Dairemizin 31.10.2022 tarihli ve 2022/11077 Esas, 2022/13780 Karar; 08.05.2023 tarihli ve 2023/7438 Esas, 2023/6717 Karar sayılı kararları.
Dairemizin 07.02.2022 tarihli ve 2021/12911 Esas, 2022/1387 Karar sayılı kararının ilgili
bölümü şöyledir:
“… Tutanağın düzenlendiği 20/03/2019 tarihi itibariyle iş sözleşmesi devam eden davacıya kıdem
ve ihbar tazminatı ile yıllık izin ücreti gibi iş sözleşmesinin sona ermesine bağlı tazminat ve alacakların
ödeneceğinden söz edilmesi çelişki oluşturmaktadır. Gerçekten tutanakta belirtildiği üzere 21.01.2019
günü davacının işten çıkışının, 23.01.2019 günü ise tekrar işe girişinin yapılması, bu şekilde gerçekte bir
fesih işlemi olmadığı halde avans niteliğinde ödemelerin kıdem ve ihbar tazminatı olarak gösterilmesi,
ayrıca iş sözleşmesi sona ermediği halde kullandırılmayan yıllık izin hakkının parasal alacağa
dönüştürülmesi kanuna uygun görülemez. Belirtmek gerekir ki, gerçekte bir fesih söz konusu olmadığı
halde işçiye ihbar ve kıdem tazminatı adı altında bir ödemenin arabulucu önünde yapılan anlaşma ile
kararlaştırılmış olması ödemenin avans niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde iş sözleşmesi sona
ermediği halde yıllık ücretli izin hakkının arabulucu anlaşma tutanağı ile paraya tahvil edilmesi de
kabul edilemez. Bu nedenle arabuluculuk tutanağının geçersiz olduğunun tespitine karar verilmelidir. …”
Değerlendirme
Ülkemizde hukuk uyuşmazlıklarında alternatif bir uyuşmazlık çözüm yöntemi olarak
arabuluculuk, ilk defa 07.06.2012 tarihli ve 6325 sayılı Kanun ile kabul edilmiştir. Daha sonra başta
12.10.2017 tarihli ve 7036 sayılı İş Mahkemeleri Kanunu (7036 sayılı Kanun) olmak üzere bazı
kanunlarla arabuluculuk, dava şartı hâline getirilmiştir.
Arabuluculuk, 6325 sayılı Kanun’un 2 nci maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde,
“Sistematik teknikler uygulayarak, görüşmek ve müzakerelerde bulunmak amacıyla tarafları bir araya
getiren, onların birbirlerini anlamalarını ve bu suretle çözümlerini kendilerinin üretmesini sağlamak için
aralarında iletişim sürecinin kurulmasını gerçekleştiren, tarafların çözüm üretemediklerinin ortaya
çıkması hâlinde çözüm önerisi de getirebilen, uzmanlık eğitimi almış olan tarafsız ve bağımsız bir üçüncü
kişinin katılımıyla ve ihtiyarî olarak yürütülen uyuşmazlık çözüm yöntemini …” olarak tanımlanmıştır.
Uyuşmazlık ise tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri çıkar aykırılığından doğan ve özel
hukuktan kaynaklanan her türlü anlaşmazlıktır.
Arabuluculuk süreci sonunda düzenlenen anlaşma belgesi maddi hukuka ilişkin bir borçlar
hukuku sözleşmesidir (Asiye Şahin Emir, Büşra Kazmaz Tepe, “ İş Uyuşmazlıklarına İlişkin İbra Hükmü
İçeren Arabuluculuk Anlaşma Belgesinin Arabuluculuğa Elverişlilik Bakımından Değerlendirilmesi”,
Çalışma ve Toplum, 2018/3, s. 1497; Emel Badur, “Arabuluculuk Anlaşma Belgesinin Borçlar Hukuku
Açısından Değerlendirilmesi”, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Y.9, S.11, Aralık 2021, s.66-67; Mine
Akkan, “Arabuluculuk Faaliyeti Sonucunda Anlaşılan Hususlarda Dava Açma Yasağı ve Sonuçları”,
DEÜHFD, C.20, S.2,s.16). Söz konusu belgede taraflar dışındaki bir üçüncü kişinin imzasının bulunması
ve hatta bu belgenin mahkemece şerh verilebilir nitelikte olması, belgenin maddi hukuk sözleşmesi olma özelliğini ortadan kaldırmaz. Tarafların ehliyeti, sözleşmenin konusunun emredici hukuk kurallarına, kamu düzenine, genel ahlâka, kişilik haklarına aykırı olmaması, irade beyanlarının sağlıklı olması gibi diğer tüm sözleşmeler bakımından aranan geçerlilik şartlarının, arabuluculuk sonunda düzenlenen anlaşma belgesi bakımından da aranması, bu durumun bir sonucudur (Melis Taşpolat Tuğsavul, “Arabuluculuk Faaliyeti Sonunda Varılan Anlaşmanın Hukuki Niteliği”, Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019/1, 344).
Öğretide de arabuluculuk anlaşma belgesi, arabuluculuk faaliyeti sonucunda uyuşmazlığın
taraflarınca varılan anlaşmanın yazılı hâle getirildiği, taraflar ( ya da yasal veya iradi temsilcileri) ve
arabulucu tarafından imzalanması sonucunda tamamlanan bir sözleşme olarak tanımlanmaktadır.
Borçlar hukuku sözleşmesi olan arabuluculuk anlaşma belgesinde bulunması gereken esaslı
unsurlardan ilki, bu anlaşmaya arabuluculuk faaliyeti sonucunda ulaşılmış olmasıdır (Badur, s. 59).
Tarafların kendi aralarında gerçekleşen bir müzakere veya görüşme sonucunda anlaşmaya varılması
üzerine anlaşma belgesinin arabulucu tarafından imzalanması hâlinde kanuna uygun bir arabuluculuk
faaliyetinden söz edilemez. Keza arabuluculuk faaliyeti sürecin başından sonuna kadar bizzat arabulucu
tarafından yürütülmelidir. Anlaşmanın arabuluculuk faaliyeti sonucunda gerçekleşmiş olması, tek bir
aşamayı değil arabulucuya başvuru ve arabulucunun seçiminden faaliyetin sona ermesine kadarki tüm
süreci ifade eder. Arabuluculuk faaliyetinin kanuna uygunluğu, sürecin tamamında mevcut olmalıdır.
Kanuna uygun biçimde yürütülen arabuluculuk faaliyetinin sonucunda düzenlenen anlaşma belgesinin
varlığı hâlinde ilk koşul gerçekleşmiş kabul edilmelidir. İşçinin arabuluculuk faaliyetinin hiç
gerçekleşmediği veya usulüne uygun olarak gerçekleştirilmediği yönündeki iddiası, bu ilke ve esaslar ile
birlikte somut olayın özellikleri dikkate alınarak titizlikle araştırılmalıdır. Arabuluculuk faaliyetinin
kanuna uygun olarak yürütülmediği sonucuna varıldığı takdirde arabuluculuk faaliyeti sonucunda
gerçekleşen bir anlaşmadan söz edilemez. Bu hâlde anlaşma belgesinin iptaline karar verilmelidir.
Arabuluculuk faaliyeti sonucunda düzenlenen anlaşma belgesinin ikinci esaslı unsuru tarafların
anlaşmasıdır. 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin birinci fıkrasına göre arabuluculuk faaliyeti
sonunda varılan anlaşmanın kapsamı taraflarca belirlenir; anlaşma belgesi düzenlenmesi hâlinde bu belge
taraflar ve arabulucu tarafından imzalanır. Kanun’un 17 nci maddesinin ikinci fıkrasında ise arabuluculuk
faaliyeti sonunda tarafların anlaştıkları, anlaşamadıkları veya arabuluculuk faaliyetinin nasıl
sonuçlandığının bir tutanak ile belgelendirileceği ifade edilmiştir.
Tarafların hangi konularda, hangi ölçüde ve koşulda anlaştıklarının anlaşma belgesinden veya
son tutanaktan tespit edilebilmesi gerekir. Aksi takdirde 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin
dördüncü fıkrasının uygulanabilir olması mümkün değildir. Söz konusu hükümde, kanunlarda icra
edilebilirlik şerhi alınmasının zorunlu kılındığı hâller hariç, taraflar ve avukatları ile arabulucunun
birlikte imzaladıkları anlaşma belgesinin, icra edilebilirlik şerhi aranmaksızın ilâm niteliğinde belge
olduğu ifade edilmektedir. Aynı maddenin beşinci fıkrasında arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya
varılması hâlinde, üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı vurgulanmıştır.
Her iki düzenleme, arabuluculuk faaliyeti sonucunda varılan anlaşmanın asgari unsurlarının tespit
edilebilir olmasını zorunlu kılmaktadır. 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin gerekçesinde de “…
arabulucu tarafından düzenlenecek ve taraflar ve varsa temsilcileri veya avukatları tarafından
imzalanacak anlaşma tutanağında ‘anlaşılan hususların’ net bir şekilde ortaya konulmasında zorunluluk
bulunmaktadır.” denilerek anlaşmanın açık ve net olması gerekliliği vurgulanmıştır.
Bu bakımdan anlaşılan hususlarda dava açılamayacağına ilişkin kural, mahkemeye erişim hakkını
sınırlayıcı bir düzenleme olduğundan, dar yorumlanmalıdır. Anlaşma belgesinden, anlaşılan hususların
açık ve net bir şekilde belirlenememesi hâlinde, arabuluculuk faaliyetinin anlaşma ile sona ermediği
kabul edilmelidir.
Belirtmek gerekir ki maddi hukuk sözleşmesi olan arabuluculuk anlaşma belgesinin geçerliliği için uyuşmazlığın taraflarının uyuşmazlığın çözümüne dair karşılıklı ve birbirlerine uygun irade
beyanlarının buluşması ve bu anlaşmayı yazılı bir hâle getirme yönündeki karşılıklı istekleri gerekir.
Şüphesiz karşılıklı irade beyanlarının uyuşmazlığın tamamını kapsaması zorunlu değildir (Badur, s. 59).
Kıdem tazminatı ve ihbar tazminatının uyuşmazlık konusu olduğu bir durumda, sadece kıdem
tazminatının konu edildiği bir anlaşma belgesi düzenlenebilir. Arabuluculuk faaliyeti sonunda elde edilen
ilâm niteliğindeki anlaşma belgesi maddi anlamda kesin hüküm olmadığından, tarafların kesin
hükümsüzlük, aşırı yararlanma, yanılma, aldatma, korkutma, sahtelik iddiası gibi hâllerde anlaşma
belgesinin geçersizliğini ileri sürmesi mümkündür (Akkan, s. 22-23). İrade fesadı iddiasıyla arabuluculuk
anlaşma belgesinin iptalinin talep edilmesi hâlinde, yanılma ve aldatmanın öğrenildiği, korkutmanın
ortadan kalktığı tarihten itibaren bir yıl içinde iptal iradesinin ileri sürülmesi gerektiği gözden
kaçırılmamalıdır.
Anlaşma belgesinin geçerliliği bakımından gerçekleşmesi gereken üçüncü ve son koşul şekildir.
Arabuluculuk sonucunda varılan anlaşmanın geçerliliği, anlaşma belgesinin düzenlenmesi hâlinde imza
dışında herhangi bir şekil kuralına tâbi kılınmamıştır. Bununla birlikte varılan anlaşmanın, arabuluculuk
anlaşma belgesi olarak nitelenebilmesi için, 6325 sayılı Kanun’da belirtilen şekil kuralına uyulması
gereklidir. Buna göre arabuluculuk sonucunda ortaya çıkan anlaşma tutanağında (belgesinde),
arabulucunun ve tarafların imzasının bulunması zorunludur. Arabulucunun imzasının bulunmadığı
tutanak, arabuluculuk anlaşma tutanağı değil ancak taraflar arasında genel hükümlere göre düzenlenmiş
bir adi yazılı sözleşme niteliğinde olacaktır. Böyle bir anlaşma belgesi, icra edilebilirlik şerhi verilmesine
konu edilemez (Hıdır Kırkıcı, “İş Uyuşmazlıklarında Dava Şartı Arabuluculuk ve Arabuluculuk
Tutanakları”, İzmir Barosu Dergisi, Mayıs 2020, 309).
Dairemize intikal eden dosyalardan, taraflar arasında henüz bir uyuşmazlık bulunmamasına
rağmen, işverence başlatılan arabuluculuk süreci sonunda anlaşma belgesi düzenlenmesi şeklinde bir
uygulamaya sıklıkla başvurulduğu anlaşılmaktadır. 6325 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinde
arabuluculuğun hukuk uyuşmazlıklarının çözümünde uygulanacak bir çözüm yolu olduğu hüküm altına
alınmıştır. Bu nedenle öncelikle taraflar arasında bir hukuk uyuşmazlığının varlığı, arabuluculuğun ön
koşuludur. Ortada somut bir uyuşmazlık bulunmadığı hâlde ihtiyari arabuluculuk yoluyla düzenlenen
son tutanağın veya anlaşma belgesinin, 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrasında
öngörülen bir belge anlamında değerlendirilmesi mümkün değildir.
Taraflar arasında 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrası kapsamında bir
anlaşmanın varlığından söz edebilmek için ise öncelikle bir uyuşmazlığın ortaya çıkmış olması ve
bundan sonra arabulucuya başvurulmuş olması gerekmektedir. Burada sözü edilen uyuşmazlıktan
anlaşılması gereken, 6325 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinin ikinci fıkrasında da ifade edildiği üzere
tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri iş veya işlemlerden doğan özel hukuk
uyuşmazlıklarıdır. Taraflar arasında uyuşmazlık çıktığından söz edilebilmesi için, taraflardan birinin
diğer tarafa karşı alacak, tazminat ve işe iade gibi bir hak iddiasında bulunması, bunu ileri sürmesi; ancak
karşı tarafın bu iddia ve talebi kabul etmemesi sonucunda kendi aralarında anlaşamamış olmaları gerekir.
Örneğin; henüz iş sözleşmesinin sona ermediği durumda, taraflar arasında kıdem tazminatına
ilişkin bir uyuşmazlık bulunmadığından, kıdem tazminatına ilişkin 6325 sayılı Kanun anlamında bir
anlaşmanın varlığından da söz edilemez (Dairemizin aynı yöndeki 2021/12911 E., 2022/1387 K. sayılı
kararı). Yine işçinin fazla çalışma alacağının ödenmesi yönünde bir talepte bulunmadığı ya da yapılmak
istenen ödemeyi reddetmediği; bir diğer ifadeyle taraflar arasında bu konuda henüz bir uyuşmazlık çıkmadığı hâlde, başlatılan arabuluculuk faaliyeti sonunda düzenlenen son tutanak veya anlaşma belgesi
de geçerli kabul edilemez.
Diğer yandan, 6325 sayılı Kanun’un açıkça hukuk uyuşmazlıklarının çözümü için öngördüğü bu
yöntemin amacına uygun kullanılması gerekir. Bir hakkın amacına aykırı kullanılması, bütün hukuk
sistemlerinde olduğu gibi 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu’nun 2 nci maddesine göre de hakkın kötüye
kullanımı niteliği taşır. Bu nedenle arabuluculuk, iş sözleşmesinin sona erdirilmesi ve feshin sonuçlarına
ilişkin muhasebe işlemlerinin yapılması için bir araç olarak kullanılamaz. Başka bir anlatımla;
arabuluculuk sistemi, iş sözleşmesinin sona erdirilmesi veya iş sözleşmesinden doğan alacaklara ilişkin
ödeme belgelerinin düzenlenmesi amacıyla kullanılacak bir yöntem değildir. Belirtmek gerekir ki ortada
bir uyuşmazlık bulunmadığı hâlde, iş sözleşmesinden doğan borcun ifasına yönelik işlemlerin arabulucu
önünde yapılması gerekmez. Salt ödemeyi belgelendirmek amacıyla yapılan bu uygulama, bir
uyuşmazlığı çözmeye yönelik bir yöntem değil; aksine işverenin borcu ifa işlemine, arabuluculuk
anlaşma belgesi niteliği kazandırmak amacıyla başvurduğu bir yöntem olarak değerlendirilmelidir.
Unutulmamalıdır ki Türkiye Arabulucular Etik Kuralları’nın (Etik Kuralları) 5 inci maddesinin
(6) ncı bendi uyarınca arabulucu da, arabuluculuk sürecinde arabuluculuktan başka bir uyuşmazlık
çözüm yöntemini yürütemez. Arabuluculuk mevzuatından kaynaklanan avantajları kullanmak amacıyla
herhangi bir çözüm yolunu arabuluculuk olarak adlandıramaz. Esasen arabulucunun görevi de taraflar
arasında mevcut bir uyuşmazlığın bulunmasına bağlı olup, ortada 6325 sayılı Kanun’un 1 inci maddesinin
ikinci fıkrası anlamında somut bir uyuşmazlık yoksa arabulucu, Etik Kuralları gereğince, arabuluculuk
faaliyetini sürdürmemelidir.
Hiç kuşkusuz arabulucu önünde yapılan anlaşmada, ibraya ilişkin 6098 sayılı Türk Borçlar
Kanunu’nun (6098 sayılı Kanun) 420 nci maddesinin uygulanması mümkün değildir. Aksi kabulde
arabulucu önünde tarafların anlaşması imkânsız hâle gelir. Nitekim 6325 sayılı Kanun’un 18 inci
maddesinin beşinci fıkrası hükmünde arabuluculuk faaliyeti sonunda anlaşmaya varılması hâlinde,
üzerinde anlaşılan hususlar hakkında taraflarca dava açılamayacağı öngörülmüş olup, buna göre ibraya
ilişkin düzenlemelerden hareketle arabuluculuk anlaşma tutanağının geçerliliği değerlendirilemez
(Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, 07.02.2022 tarihli ve 2022/436 Esas, 2022/1380 Karar sayılı kararı).
Ancak bu kabul şekli, sadece usulüne uygun gerçekleştirilmiş olan bir arabuluculuk faaliyeti
sonunda düzenlenen bir son tutanak veya anlaşma belgesinin varlığı hâlinde mümkündür. Çünkü ibraya
ilişkin hükümlerin emrediciliği karşısında, bu hükümleri devre dışı bırakacak bir anlaşma belgesinin de
Kanun’un öngördüğü kurallar çerçevesinde yürütülen arabuluculuk faaliyeti sonunda düzenlenmiş olması
gerekir. 6325 sayılı Kanun’un 18 inci maddesinin beşinci fıkrası kapsamında bir anlaşma söz konusu
değilse, somut olayın özelliğine göre, 6098 sayılı Kanun’un 420 nci maddesindeki koşulların veya ifaya
ilişkin hükümlerin göz önünde bulundurularak sonuca gidilmesine bir engel bulunmamaktadır.
Somut uyuşmazlıkta; taraflar arasında davalı işverenin başvurusu üzerine 10.10.2020 ve
30.04.2021 tarihlerinde ihtiyari arabuluculuk görüşmeleri yapılmıştır. Davalı tarafça davacının
10.10.2020 tarihinde işten ayrıldığı ve 18.10.2020 tarihinde yeniden işe alındığı belirtilmiş ise de aynı
tarafça sunulan “Personel aylık takip çizelgesi” başlıklı belgede davacının 10.10.2020-17.10.2020
tarihleri arasında izinli olduğunun belirtildiği görülmektedir. Davacı tarafça sunulan fatura örneklerinden
ise davacının 10.10.2020-17.10.2020 tarihleri arasında davalı işyerinde çalışmasına devam ettiği
anlaşılmaktadır. Dosya içerisinde bulunan 09.10.2020 tarihli istifa dilekçesinde, davacının işyerinden şahsi gerekçelerle herhangi bir baskı olmadan 09.10.2020 tarihinde ayrılmak istediğini belirttiği ve istifa
dilekçesinde “Söz konusu çalışma içerisinde doğan tüm kanuni ve akdi haklarımı aldım.” ibaresinin
yazılı olduğu görülmektedir. 29.04.2021 tarihli istifa dilekçesinin ise el yazılı olmadığı ve davacının
29.04.2021 tarihinde şahsi gerekçelerle herhangi bir baskı olmadan istifa ettiğini belirttiği, istifa
dilekçesinde aynı şekilde “Söz konusu çalışma içerisinde doğan tüm kanuni ve akdi haklarımı aldım.”
ibaresinin bulunduğu görülmektedir.
Yukarıda açıklanan ilke ve esaslara göre somut olay değerlendirildiğinde; dava konusu tazminat
ve alacaklar yönünden arabuluculuk süreci başlamadan önce taraflar arasında uyuşmazlık bulunduğuna
yönelik dosyada herhangi bir delil mevcut değildir. Aksine, davacı tarafından verildiği iddia edilen istifa
dilekçelerinin ve dilekçelerdeki beyanların geçerli olup olmadığı bir tarafa bırakılırsa, mevcut belgelere
göre taraflar arasında arabuluculuk faaliyeti başlamadan önce herhangi bir uyuşmazlık bulunmadığı
sonucuna varılmaktadır.
Kaldı ki 10.10.2020 tarihinde davacının iş sözleşmesinin sona ermediği ve çalışmasının devam
ettiği görülmektedir. 10.10.2020 tarihli anlaşma belgesinde yer alan, sözleşmenin sona ermesine bağlı
olan kıdem ve ihbar tazminatları ile yıllık ücretli izin alacağı yönünden taraflar arasında bu nedenle de bir
uyuşmazlık çıktığından söz edilemez. Bu durumda gerçekte bir fesih söz konusu olmadığı hâlde işçiye
ihbar ve kıdem tazminatı adı altında bir ödemenin arabulucu önünde yapılan anlaşma ile kararlaştırılmış
olması, ödemenin avans niteliğini ortadan kaldırmaz. Aynı şekilde iş sözleşmesi sona ermediği hâlde
yıllık ücretli izin hakkının arabuluculuk anlaşma belgesi ile paraya tahvil edilmesi de kabul edilemez.
Açıklanan sebeplerle; 10.10.2020 ve 30.04.2021 tarihli anlaşma belgelerinin geçerli bir
arabuluculuk anlaşma belgesi niteliğinde olmadığı anlaşıldığından, söz konusu belgeler yönünden, 6098
sayılı Kanun’un 420 nci maddesindeki koşullara veya ifaya ilişkin hükümlere göre değerlendirme
yapılarak, oluşacak sonuca göre bir karar verilmelidir.
Mahkemece, arabuluculuk faaliyeti sonucunda anlaşmaya varılması hâlinde anlaşılan hususlar
hakkında dava açılamayacağı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.
VI. KARAR
Açıklanan sebeplerle;
1.Bölge Adliye Mahkemesince verilen 04.08.2023 tarihli ek kararın BOZULARAK ORTADAN
KALDIRILMASINA,
2. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin
Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
3. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Ek karar yönünden alınan temyiz harçları ile asıl karar yönünden yatırılan temyiz karar harcının istek
hâlinde ilgiliye iadesine,
Dosyanın kararı veren İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin kararı veren Bölge Adliye
Mahkemesine gönderilmesine,
10.10.2024 tarihinde oy çokluğuyla karar verildi.”
ESKİŞEHİR AVUKAT CANSU ÖNÇLER UYANIK